Başbakanın zaman zaman kullandığı sözcükler, deyimler ve isimler karşısında şaşkına dönmüyor musunuz? Gündemi sürekli kendisinin oluşturmasını öylesine seviyor ki, sanki bir gazetenin tüm manşetlerini atmakla yetinmiyor, meraklıları için bulmaca köşesini de kendi oluşturuyor!..
Onun sözlerini, beyanatlarını ve nutuklarını okuyup kullandığı deyimlerin çetelesini tutmadım, şimdi de bunu yapacak vaktim yok. Ama sadece son haftaların tartışmaları içinde kullandığı sözleri hatırlayın. Rakipleri için, hem de defalarca Haşhaşiler dedi ve İslam tarihinin bu bize yabancı olayını anıp durdu...Soma olayları için ‘bunlar işin fıtratında var” dedi, Ve böylece kendince, kazaların madenciliğin kaçınılmaz bir olayı olduğunu ima etti. Ama bunun tartışmalı oluşu biryana, fıtrat kelimesi de gündemimize girdi. Hernekadar örneğin sayın Bahçeli buna karşı “Başbakanın fıtratında hortumlayarak zenginleşmek, koruma ordusuyla gezmek, önüne gelene tokat atmak, suçsuz vatandaşlarımıza küfür savurmak var” diyerek bu lafı ona karşı kullanmada hiç gecikmediyse de...
Daha garipleri de var. Şuna bakınız: “Bizim medeniyetimizde buna nebbaşlık denir”. Mecburen öğreniyoruz, bir biçimde..Başbakanın ait olduğu medeniyette bu, mezar soygunculuğu demekmiş. Ve bunu “uluslararası bir televizyonun Türkiye muhabiri gidip iki figüran buluyor, madenci yakınıymış gibi onlara rol yaptırıyor. Bunu da bütün dünyaya karşı servis ediyor” diyerek ünlü CNN TV için kullanıyormuş...CNN’ciler de, hatta tüm dünya da oturup ‘nebbaş’ lafını öğrensinler. Bir kültür ancak böyle tanıtılır!...
Ya da şu deyişe bakınız: “Milletinden bir ferdin ölümünü sinsice pusuda beklemek, ‘esfeli safilin’ diye tarif edilen, aşağıların en aşağısı mertebedir”. Buyrun burdan yakın...Hazretin vaktiyle İmam Hatip tahsilinde öğrenmiş olup sonradan unuttuğu tüm bu sözcükler ve deyimler, çağdaş bir söylemden olabildiğince uzak, yüzyılların ötesinde kalmış ve İslam kökenli bir tarihin derinliklerinden çıkarılarak servis ediliyor. Karıştır eski kitapları, söyle gitsin...Bilmeyenler nasılsa mecburen öğrenecek...
Takdir edersiniz ki amacım İmam Hatip’leri ve eğitimlerini eleştirmek değil. Din eğitimi de gereklidir: en azından din adamı yetiştirmek için...Nitekim bu tür sözcükleri ve daha fazlasını Fethullah Güven hocadan az mı duyduk? Vaktiyle (1990’larda) onu Üsküdar’daki konağında basına yaptığı bir davette bizzat tanıyıp dinlemiştim. Ayrıca TV kanalındaki vaazları da öyledir. Ama onun ağzından bu lisan yadırganmaz. Çünkü onunki engin bir bilgiye, sağlam bir din kültürüne dayalı bir eylemdir, gerçek anlamda tüm ömrünü adadığı imanın ayrılmaz parçasıdır. Recep Tayyip Erdoğan için ayni şeyi söyleyebilir misiniz?
Kaldı ki İmam Hatip eğitimi insanı biçimlendiren tek öge değildir, olamaz. O eğitimden alınacak ve hayat boyu kullanılacak çok şey vardır. Ama modern çağın onca karmaşık yaşamını, çağdaş ve demokratik bir toplumun özellikle bir siyasi, hele bir yönetici için yoğun ve girift yapısını sadece İmam Hatip’le çözebilir misiniz? En ünlü örneğini bir kez daha yineleyeyim: bugün ‘muktedire’ karşı en ağır, sistematik ve temelli eleştirilerin bir bölümü de Ahmet Hakan’ın kaleminden, yani eski bir İmam Hatip’liden gelmiyor mu?
Ve tam burada Yılmaz Özdil’i okuyalım: “Ne oruç tutmamak ayıptır, ne sakal bırakmak...Ne de Alpler’de kayak yapmak...Tüm bunlar ne suçtur, ne kabahat. Gel gör ki malı götürmek için dindar ayağına yatmaktan, milletin parasını kodamanlara peşkeş çekerken yoksul edebiyatı yapmaktan daha ağır bir vebal olabilir mi?”.
Şunu da eklemek isterim: RTE’nin söylemi, artık çağdaş olmaktan olabildiğince uzak bir söylemdir. Bu söylem milletine ve halkına yönelik değildir artık: ister bir balkon veya salon konuşması, ister miting veya parti grubu nutku, ister seçim ya da kahve söyleşisi...İsterse de TV’den ‘halka sesleniş’ olsun...
RTE bu konuşmaların tümünde artık hedef olarak Türk vatandaşlarını değil, İslam ümmetini almış, hepsinden öte bu ümmet kavramına sarılmış bir haldedir. Kendisini dine-imana adamış biri (Fethullah hoca dahil) için doğal sayılabilecek bu tutum, seçimle işbaşına gelmiş ve temelde hala laik bir rejimin hüküm sürdüğü bir ülkeyi yönetmeye sıvanmış bir siyasetçi için doğal mı? Tüm o uygarlığın maziden özenle seçilip bulunmuş sözcükleri, deyimleri ve kavramları, RTE’nin yeniden keşfedip dört elle sarıldığı bir dil zenginliği...
Ve bırakınız gündelik konuşmaları, artık Çanakkale destanını veya 19 Mayıs’ı anma günlerinde bile bir kez Mustafa Kemal adını telaffuz etmemeye özen gösteren bir politikacı için, tüm o fıtratlar, nebbaşlar, haşhaşiler, esfeli salifinler ve elbette Rabia’lar ne kadar doğal!...