Atilla Dorsay

23 Temmuz 2016

Remember: 70 yıl sonra, intikam peşinde!..

Özetle: Okuyun, ama filmi gördükten sonra!..

HATIRLA     X  X  X  ½
(Remember)

Yönetmen: Atom Egoyan
Senaryo: Benjamin August
Görüntü: Paul Sarossy
Müzik: Mychael Danna
Oyuncular: Christopher Plummer, Martin Landau, Kim Roberts. Henry Czerny, T. J. McGibbon, Bruno Ganz, James Cade, Mark Roeder

ABD- Kanada filmi

 

   Atom Egoyan dönüyor. 1960 doğumlu, Ermeni kökenli Kanadalı yönetmen, 1985’de başlayan kariyerinde en parlak dönemini 90’larda yaşadı: The Adjuster, Exotica, Sweet Hereafter- Başka Bir Dünya,  Felicia’s Journey - Felicia’nın Yolculuğu. 

    Ama 2002’deki ‘Ermeni Soykırımı’ filmi Ararat’tan sonra, sanki büyü bozuldu. Where the Truth Lies, Adoration- Tapınma, Chloe- Büyük Hata, Devil’s Knot- Kayıp Çocuk…Hepsi de ortanın üzerine ancak çıkan filmler oldu. Sanki Türklerin laneti mi tutmuştu, neydi!..

   Ama Egoyan teslim olmuyor. Ve hep çalışıyor. Son filmleri daha çok kara film türünde çeşitlemelerdi. Bu son filmindeyse soykırım konusuna önüyor. Ararat’dan 14 yıl sonra…

   Ama bu kez soykırımların en ünlüsü ve bilineni olan Yahudi soykırımı sözkonüsü. Yönetmen Ararat’ı yaptığında şöyle diyordu: “Holokost, Batı izleyicinin zihninde sayısız imgeyle canlı bir yer tutmuştur. Ermeni soykırımını anlatırken, bir Anne Frank’ımız, bir Elie Wiesel’imiz ve bir Spielberg’imiz yok. İş daha zor. En önemli figürlerimiz olay sırasnıda kayboldu. Ve hiçbiri kendi kültürümüz dışında popüler olamadı.”

  Ararat’ın görece başarısızlığının gizi de belki burada yatıyordu. Ama bu kez de temanın aşırı bilinirliği başka bir sakınca değil mi?

   Egoyan, bunu değişik bir konuyla gidermeyi deniyor. Macar ustası Laszlo Nemes, geçen yılın Oscar’lı filmi Saul’un Oğlu’nda, bunu daha çok biçimsel bir yeniliğe dayandırmıştı. Buradaysa yenilik hikayenin özünde.

   Benjamin August’un özgün hikayesi, günümüzde çok yaşlı iki Yahudi’nin 70 yıl önce gördükleri zulüm ve öldürülmüş yakınlarının intikamını alma çabasına dayanıyor. Ana kahramanımız Zev Guttman, koltuğa bağlı yaşayan dostu Max Rosenbaum’un teşvikiyle, Auschwitz canavarı  Otto Wallisch’in peşine düşüyor: İleri düzeyde bir demans (ya da alzheimer) hastası olmasına karşın

   Wallisch çoktandır ABD’de ve Rudy Kurlander kimliğiyle yaşamaktadır. Max, sık sık belleğini yitiren Guttman’a bir mektup verir: Zaman zaman bakıp gerçekleri hatırlaması için…Bu mektupta hem  bizzat kendisi, hem de zaman zaman konuştuğu sevgili eşi Ruth üzerine acı gerçekler vardır. Örneğin Ruth’un bir süre önce öldüğü gerçeği!...

   Gördüğünüz gibi, bu tam anlamıyla bir acılar öyküsü, bir matem türküsüdür. Holokost deyince, hele bunca yıl sonra, başka ne olabilir ki!... Ama bu aynı zamanda bir  tür polisiye gerilimdir. Çünkü ABD’de Wallisch/ Kurlander olması muhtemel tam dört kişi vardır. Ve yaşlı, hasta adam, birinden  öbürüne bunları bizzat bulup soruşturmak zorundadır. 

  Öykünün biraz mamul durması ve kimi inandırı olmayan ögeler, dış basında filme getirilen eleştirilerin temelini oluşturmuş. Örneğin Guttman’ın süresi dolmuş pasaportuyla ABD’den Kanada’ya geçtiği sahne gerçekçi bulunmamış.

   Egoyan bunlara karşı ‘filmin biraz da metaforik bir öykü olduğunu’ ve ‘her ayrıntının inandırıcılık testine sokulmaması’ gereğini belirtmişti.

   Doğrusu ben de ona katılıyorum. Holokost, hep söylemişimdir, yakın tarihin beni en çok etkileyen dramıdır. Hele Beethowen’i, Goethe’yi, Schiller’i, Kant’ı, Karl Marx’ı ya da Fritz Lang’ı çıkarmış bir toplumun böylesine toplu bir çılgınlığa sapması ve korkunç bir cinayet şebekesinin vatanı haline dönüşmesi…  Her toplumun kendi içindeki olayların dönüm noktalarında hatırlayıp üzerinde düşünmesi ve ders çıkarması gereken bir çağdaş trajedi. 

   Film bize bu fırsatı getiriyor: Bir kez daha. Ve en acılı, hüzünlü biçimde…Baş rolde büyük usta Christopher Plummer yine döktürüyor. O olmasaydı bu film nasıl olurdu, bilemiyorum. Kimi eskiler de küçük rollerde perdeye geliyor: Martin Landau’dan Bruno Ganz’a…

   Ve final. Tam bir sürpriz, projenin kara film yanını destekleyen bir kapanış. Kolay kolay unutamayacağınız…

 

Not: Bu yazı için bu ayın Altyazı dergisindeki Evrim Kaya’nın yazısından yararlandım. Genelde bir film üzerine yazmadan eleştiri okumam: Yerli ya da yabancı. Elbette etki altında kalmamak için…

   Ama bu kez okudum. Çünkü Hatırla’yı (2015) uzunca zaman önce bir festivalde görmüştüm ve buradaki gösterimine gidememiştim (tatildeydim).

   Şunu da ekleyeyim: Yazı çok güzel, ama final dahil çok şeyi açıklıyor. Ancak başta okuru uyararak… Özetle: Okuyun, ama filmi gördükten sonra!..