Atilla Dorsay

03 Mart 2018

Putin'in Rusya'sında seks, şiddet ve casusluk

Film yer yer duruyor ve hikâye bir bulmacaya dönüşüyor

 

KIZIL SERÇE      X  X  ½
(Red Sparrow)

Yönetmen: Francis Lawrence
Senaryo: Justin Haythe
Görüntü: Jo Willems
Müzik: James Newton Howard
Oyuncular:  Jennifer Lawrence, Joel Edgerton, Matthias Schoenaerts, Charlotte Rampling, Jeremy İrons, Ciaran Hinds, Douglas Hodge, Sergei Polunin, Mary- Louise Parker

Amerikan filmi

 

 

Kızıl Serçe, Jason Matthews adlı bir yazarın bir üçleme oluşturan romanından alınmış. Ve son dönemin gözde oyuncusu Jennifer Lawrence’i, ayni soyadını taşısa da kocası ya da akrabası filan olmayan yönetmen Francis Lawrence’la bir araya getiriyor: birlikte çalıştıkları ünlü The Hunger Games- Açlık  Oyunları serisinin üç filminden sonra...

Bu nedenle bu filmin de bir üçleme olacağı kehanetleri ortaya çıktı. Ama bu ilk bölüm öylesine tartışma açıp seyirciyi ve eleştirmenleri ikiye böldü ki, bu üçleme hayal olabilir!...

Film Moskova’da açılıyor. Ve günümüz Rusya’sı filmin ana mekanını oluşturuyor. En tuhafı, bu tabloda ülkenin komünist dönemini anımsatan, her şeyiyle ürkünç, kuşkulu, herkesin birbirinden şüphelendiği bir baskı, entrika ve ihbar ülkesi olduğu imajı ortaya çıkıyor. Sanki onca yıldır hiçbir şey değişmemiş gibi!..

Bu açıdan filmi izlerken ‘soğuk savaş’ döneminin casusluk filmleri gibi (Soğuktan Gelen Casus, The Manchurian Candidate- Casuslara Karşı, Torn Curtain- Esrar Perdsie, tüm o James Bond serüvenleri), son yılların Tinker Taylor Soldier Spy- Köstebek ya da Atomic Blonde gibi filmlerini de düşünmek mümkün.

Moskova’nın ünlü Bolşoy balesinde açılıyor film...Ve sahnede balerina Dominika Egarova’yı görüyoruz: Balenin yıldız sanatçısı olarak bir baletin kollarında dans ederken...

Bu bölümde Jennifer Lawrence’la gerçek bir balerinanın birlikte kullanılması hayret verici düzeyde başarılı. Ve bize şu günlerde izlediğimiz Ben, Tonya’da oyuncu Margot Robbie’yle gerçek bir buz kayağı şampiyonunun ayni kişide birleştirilmesindeki ustalığı hatırlatıyor.

Ama bir kaza oluyor. Ve sahnede düşüp bileğini inciten Dominika’nın sanat yaşamı bitiyor. Bu noktadan sonra, işin içine derin devletin adamı dayısı Vanya, Moskova’daki CİA ajanları, devletin kimi üst düzey bürokratları da katılıyor.

Ve bu arada Sovyetlerin eski KGB örgütünün yerini almışa benzeyen bir yeni düzen ve onun ‘Serçe Okulu’ var: kadın-erkek demeden genç ve güzel elemanları alıp eğiterek birer ‘arzu nesnesi’, birer cinsellik avcısı haline getirmek. Ve bu sayede onları ülke ve dünya siyasetinin birçok önemli kişisine kurulacak seks tuzaklarında kullanmak!..

Başlarındaki otoriter kadın ajan Matron sanki Stalin döneminden kalma...Ve bir yandan sapıklığa sürekli davetiye çıkaran, öte yandan Rus toplumunu bir sosyolog edasıyla sürekli eleştiren söylemiyle, o genç ruhları bedenlerini özgürce ve utanmazca kullanma  yönünde biçimlendiriyor. Yıllar sonra dönüş yapan, hayli yaşlanmış bir Charlotte Rampling’in iç buran oyunuyla...

Bu eğitim giderek hepsini etkiliyor. Dominika da sonunda bedenini bu garip örgüte teslim ediyor. Kalbiniyse kendine özgü bir CİA ajanına..

Ve macera Budapeşte’den Lonra’ya, hatta Washington’a uzanırken, Dominika yaşamsal seçimler yapmak zorunda kalıyor. Bir Amerikan casusu mu olacak ve belki aşkın peşinden kapağı ABD’ye mi atacaktır? Her şeyin ardında gibi gözüken General Korchnoi’a mı güvenecektir, yoksa ‘Vanya Dayı’sına mı?

Aslında sevdiğim bir tür olan casusluk filmleri arasında bir yer tutmaya aday bu film. Karmaşık hikâyesine ve aşırı uzunluğuna karşın... Ama gerek senaryodan, gerekse sinema dilinden gelen kimi sorunlar bunu zorlaştırıyor.

Elbette Dominika’yla Amerikalı ajan Nash (aslında Avustralyalı oyuncu Joel Edgerton) arasındaki kimyanın tutmadığı tartışması var: Buna girmek istemiyorum. Ama kimi vurucu sahnelere ve finaldeki etkileyici sürprize rağmen, . Belki bir başka yaklaşım filmi kurtarabilirdi. Ama bu olamamış.

Üstelik herkesin edinmeye çalıştığı Rus şivesiyle İngilizce konuşması da tuhaf. Vanya’daki oyuncu Matthias Schoenaerts’ın Putin’e benzerliği (sanki genç bir Putin!) filmin günümüz Rusya’sına eğilme çabasını güçlendiriyor. Yine eskilerden Jeremy Irons ve Ciaran Hinds’i bulmak da ayrıca ilginç.

Sonuç olarak film orta karar bir yapım olmuş. Türün meraklılarına ve andığım oyuncuların hayranlarına...


Not 1: Her ay bir klasik filmi yazdığım Milliyet-Sanat’ta bu ay çıkan yazımın Yunan yönetmeni Michael Cacoyannis’in ünlü Zorba the Greek- Zorba (Anthony Quinn, Alan Bates, İrene Papas) filmi üzerine olduğunu sinemasever okurlarıma duyurmak isterim.

Not 2: Bomonti- Hilton otelinin önerisi üzerine, yarın (Pazar) otelde saat 15.00’den itibaren bir Oscar filmleri tartışması yapacağımızı duyurmak isterim. 

Elçin Yahşi’nin moderatörlüğüyle yapılacak bu yemekli davete genç sinema yazarı dostum, ‘internet fenomeni’ Aras Bayram’la birlikte katılacağız. Davetlilere imzalı birer kitabımla birlikte!..