Atilla Dorsay

21 Kasım 2014

Paris’te büyük mutfak savaşları...

Jean Reno hayranları, onun uzun bir aradan sonra bu daha pasif rolle dönüşünden yeterince memnun kalmayabilirler ama...

 

ŞEFLERİN SAVAŞI      X  X  X
(Comme Un Chef/ Le Chef)

Yönetmen: Daniel Cohen
Senaryo: D. Cohen, Olivier Dazat
Görüntü: Robert Fraisse
Müzik: Nicola Piovani
Oyuncular: Jean Reno, Michael Youn, Raphaelle Agogue, Julien Boisselier, Salome Stevenin, Serge Lariviere/ Gaumont (Fransız) filmi 

 

Nasıl Fransız mutfağı mutfaklar arasında birinci olan zengin ve incelikli bir mutfaksa, yemek ve mutfak üzerine filmler de özellikle bir ‘Fransız spesiyalitesi’dir. Geçmişte de Louis de Funes’li Eti Senin Kemiği Benim, Gerard Depardieu’lü Vatel ya da Babette’in Şöleni filmlerinin gösterdiği gibi.

Bu kez yazar-yönetmen-oyuncu Daniel Cohen imzalı Şeflerin Savaşı, bize tam Fransız usulü bir komedi sunuyor. Filmin hemen başında tanıdığımız oldukça sempatik Jacky Bonnot, tam bir yemek uzmanıdır: Bir koklayışta tencerede pişen herşeyi ayırt eden, soslara konup konmayacak baharatı özenle seçen, her etin hangi kıvamda pişmesi gerektiği konusunda alabildiğine iddialı...

 Ama yemeğin ve ağız tadının ancak en üst düzeyini seven ve popüler olana tahamül bile edemeyen Jacky, bu yüzden eleştirdiği ve kızdığında tabaklarını alıp gittiği müşterilerin şikayetiyle, girdiği her yerden kovulur. Ve evde para bekleyen hamile güzel eşinin israrıyla, boyacılık yapmaya bile razı olur!

 Ama kader onu Alexandre Lagarde ile karşılaştırınca, işler değişir... Paris’in göbeğindeki lokantasının ‘üç yıldızı’ (ünlü yemek yazarlarının yıllık Mutfak Rehberi kitaplarında verdikleri yıldız!) ile gururlu, yıllardır kendi tariflerini yaratmış bu özgün mutfak adamı, Jacky’de mirasçısını bulmuş gibidir.

  

Ancak bir yandan tek amaçları daha çok kazanmak olan hırslı iş adamları, öte yandan ikisinin de şişmiş egoları, bu ilişkiyi hemen mutlu sona ulaştıracak gibi de değildir.

 

Bu güzel komedi, biraz da yıllar önce Eti Senin Kemiği Benim’deki has Fransız mutfağıyla ‘nevzuhur’ fast food’un büyük savaşımı gibi, incelikli bir ağız tadıyla günümüzün ‘moleküler mutfağı’nın çatışmasını ele alıyor. Yani yemeğin (etin, sebzenin, vs.) kendisi yerine özüne indirgenmiş ve önünüze küçük küpler halinde gelen bir yeni tarz mutfak...Diyelim ki tabağınızda ördeği değil, ördek tadı içeren küçük geometrik haplar bulup yediğiniz!..

  

Senaryo elbette bu işi bilenlerin elinden çıkma... Böylece yalnızca günümüzün ağız tadı tartışmalarını değil, Fransa gibi bir yemek keyfi ülkesinde mutfağın TV progamları, medya tartışmaları ve lokanta rehberleriyle nasıl bir toplumsal olaya dönüştüğünü ve ‘şeflerin kavgası’nın bir ulusal olay olduğunu da izliyoruz. Yalnız futbolla yatıp futbolla kalkan ülkeler için bir ders!..

  

Jean Reno hayranları, onun uzun bir aradan sonra bu daha pasif rolle dönüşünden yeterince memnun kalmayabilirler. Ama özellikle çok sempatik Michael Youn- Raphaelle Agogue çiftini tanımak büyük keyif. Filmin Amerikan kopyasının yolda olduğunu da belirteyim. 

 

 

Türk pop tarihiyle karışık aşk filmi

KARIŞIK KASET     X  X  X
 

Yönetmen:  Tunç Şahin
Senaryo: Mert Atalay, T. Şahin
Görüntü: Deniz Eyüboğlu
Müzik: Safa Hendem, Mehmet Cem Ünal/ Oyuncular: Sarp Apak, Özge Özpirinçci, Bülent Emin Yarar, Ulaşcan Kutlu, Aslıhan Kapanşahin, Burak Sarımola, Atilla Taş, Öznur Serçeller, Sevinç Erbulak, Ulaşcan Kutlu, Aslıhan Kapanşahin/ Bir Film yapımı

 

Kendisi de sinemacı olan ve bir kısa filmiyle de dikkat çeken Tunç Şahin, sinema yazarı dostumuz Uygar Şirin’in sanırım hayli ilgi görmüş romanı Karışık Kaset’in yönetmeni olarak karşımıza geliyor. Ve bu ilk sınavından belli ölçüde başarıyla çıkıyor.

 

Aslında filmin çok parlak başlamadığı söylenebilir. O çocukluktan yeni çıkmış gençlerin aşk oyunlarının özgün ve ilgi çekecek bir yanı yok. Üstelik o bölümde hemen her sahneye damgasını vuran ve kimi zaman diyalogları işitmemize engel olan müziği hiç onaylamadığmı da belirteyim.

 

Aslında bunu defalarca yazdım. Ve biliyorum ki meslekdaşlarım da benim gibi düşünüyor. O zaman, bir kez daha ve bu kez büyük harflerle yazarak yineliyelim: AŞIRI FON MÜZİĞİ GERÇEK SİNEMAYLA  BAĞDAŞMIYOR. Bu belki dizilerin başvurduğu ucuz bir yöntem, ama sinema sanatıyla ilgisi yok!...

 

Neyse ki sonrasında hem bu olay azalıp makul bir düzeye geliyor. Hem de Ulaş ve İrem’in  yıllar sonra yeniden ve olgunlaşmış olarak karşılaşmaları ve sonrası, elbette daha ilginç...

 

Film, son dönemde hemen yalnızca korku, komedi ve aşk filmi türlerine demir atmış gözüken ticari sinemamızın her üç alanda da uyandırdığı korkulu önyargılardan sıyrılıyor. Çok değişik olmasa da bu ‘yaşanamayan aşk’ ilişkisi bir yanıyla gerçekçi ve inandırıcı: hayatta gerçek aşkı güçbela yakalamış, ama ellerinden kayıp gitmesine izin vermiş o kadar çok insan var ki -bazılarını ben tanıyorum!..

 

Ayrıca düzeyli senaryo, ilk filmini çeken Tunç Şahin tarafından belli bir olgunlukla görselleştiriliyor. Deniz Eyüboğlu’nun görüntü çabasının da katkısıyla... Özellikle tüm o dev yattaki ‘düğün partisi’ ya da ‘film seti’ sahneleri inandırıcı ve zengin duruyor.

 

Hikayenin Türk pop tarihiyle içiçeliği de ilginç. Benzer sularda dolaşan Çağan Irmak filmi Unutursam Fısılda’dan sonra bu film de, elbette romandan gelen bu özelliği iyi işliyor ve başta Sezen Aksu birçok sanatçımızı hatırlatıyor ve değerlendiriyor.

 

Oyuncular da iyi. Aslında sevdiğim, ama harcandığını düşündüğüm Sarp Apak başta... Genç oyuncular idare ediyor, ama yaşlılar daha iyi!.. Örneğin annede Sevinç Erbulak ve özellikle o eksantrik babada Bülent Emin Yarar: bizlere o hayal aleminde yaşayan, bozulan bir ampülü değiştirmekten bile aciz, yazmak istediği bir 60-80 arası Türk pop tarihi kitabını asla bitiremeyen (ve oğluna miras bırakan!) baba olarak, sanırım onu hep hatırlayacağız.