JOYLAND X X X ½ Yönetmen: Saim Sadiq Pakistan filmi, 2023 |
İşte bu hafta çıkacak güzel filmlerin ilki. Joyland... Yani Batı karşılığı 'neşe ülkesi'. Ama o ülke gerçekten de bir neşe ve mutluluk diyarı olabilir mi? Asıl adı Pakistan ise; en büyük yoksulluğun, en acı verici mahrumiyetin ve en büyük aile baskısının hâlâ geçerli olduğu bir yerse?
70'lerini aşmış dede Rana'nın egemenliği altındaki ailede Haider (belki bizim Haydar'ın karşılığı) en genç evlattır. Karısı Mümtaz (bu da o diyarda bir kadın adıymış!) iyi bir eğitim almış, hatta iç mimarlık okumuştur. Ama henüz çocuk yapmamışlardır. Oysa kardeşlerinin bol çocuğu vardır ve zaman zaman onlara bakmak görevini yüklenirler. Hele bir iş bulup çalışan Mümtaz'a karşın Haider sürekli evde kalmak zorundaysa...
Ama Haider sonunda bir iş bulur. Ama öylesine bir iş ki... Bir erotik kabarede dans edecek 8 kişilik bir grubun içinde olacaktır. Onun hele başlardaki yeteneksizliği ve acınası beceriksizliği filme ciddi bir komedi boyutu da getirir.
Ama asıl sorun, bu işi tutucu ailesinden saklamaktır. Böylece yalan üstüne yalan binmeye başlar. Örneğin onlara bir tiyatronun menajerliğini kabul ettiğini söyler. Öte yandan bizler de Lahor'un, bu aslında elektriklerin sık kesildiği, geceleri tam bir karanlığa bürünen kentin gece hayatına dalarız. O kulüpler, o pavyonlar, o çılgın eğlenceler... Hele bir sahnede, yine ışığı kesilmiş bir gecedeki o 'karanlıkta dans' bölümü... Başlıbaşına bir sinema zirvesi...
Ve asıl büyük karşılaşma... Yoğun bir din baskısı altındaki bu ülkede kimi çok ters şeyler de doğar. Bunlardan biri de 'trans' (yani cinsiyet değiştirmiş) kadınların varlığıdır. Ve Haider'in talihine, bunların en dişlilerinden biriyle tanışır. Görmüş-geçirmiş Biba... Ona karşı duyduğu tutkuyu uzun süre kabullenemez. Ama eninde sonunda olacak budur. Gerçi o aşk yine binbir engelle karşılaşacaktır. Ama sonuç dramın yanı sıra kimi hoş sürprizlere de gebedir.
Böylece film gerçekten şok edici sahneler içerir. Örneğin kadınla erkeğin karşılıklı mastürbasyonları... Ya da bir tekbirle keçi kesilmesi... O göbek kıvırıp duran sakallı-bıyıklı erkekler... Ayrıca birçok sahnede tam anlamıyla bir Şark Usülü Eğlence seyredilir. Şaşırtıcı bir dinamizm içeren... Kimi sahnelerin ateş böceklerini istilası altında sunulması da apayrı bir hoşluk getirir. Buna karşın, örneğin çaya bizim gibi 'çay' denmesi; sık sık Netflix aboneliği veya WhatsApp'la iletişim gibi deyimlerin kullanılması da bu hayli ilkel yaşam öyküsüne çağdaş bir sos getirir.
Sonuç olarak biraz fazla uzun tutulması ve kimi sahnelerin (örneğin havaalanlarında geçenler) yeterince iyi çekilememiş olması birer eksikliktir. Ve filmi mükemmel olmaktan uzaklaştırır. Ama yine de görülmeye değer bir film bu. Tüm oyuncular, özellikle bana biraz Yılmaz Güney'i hatırlatan Ali Junejo'nun Haider'i filme önemli katkıda bulunur. Ali'nin daha önce birkaç oyuncunun ürküp reddettiği bu rolü kabul etmesi de iyi olmuş.
Evet, uzak bir diyardan bize ulaşan ilk film bu... Zaten Saim Sadiq'in de ilk filmiymiş. Cannes'daki birkaç ödülü filmi dünyaya açmış. Uzak da olsa dost ülke Pakistan'ın sinemasına hoş geldin diyorum.
Yarın: THE FLASH
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |