KAYIP ARANIYOR Yönetmen: Anesh Chaganty Amerikan filmi |
Sinema tarihinde sinema-dışı iletişim teknolojisine değinen filmler vardır, ama azdır. Son dönemde internetin şaha kalkışı ve hemen herkesin elinde telefonu ya da evde ekranı başında geçirdiği hayatı üzerine kurulu çıkışlar yapılıyor. Open Windows, Unfriended ve şu anda aklıma gelmeyen başka filmlerle...
Anesh Chaganty’nin ilk filmi olan Kayıp Aranıyor, bu alanda hemen bir zirve oluşturdu. Çünkü bir yandan gayet iyi bir entrikası olan bir polisiye, daha romantik deyimiyle bir ‘kara-film’ bu...Sevgili eşinin ölümünden sonra tüm sevgisini kızına yöneltmiş bir babanın, birden onun kayıplara karışmasıyla içine düştüğü büyük keder...Genç kızın umutsuzca aranması, birbiri ardına gelen kötü haberler, dramatik gelişmeler. Ve adım adım yaklaşan sürprizli bir final...
Ama filmi izlerken, tam anlamıyla sanki ekran başında ve sosyal medyanın peşindeyiz. Yani iPhone, akıllı telefon ya da laptopumuzun ekranı başında. Her şey çağdaş dünyada insanların kurmaya alıştıkları, bir yanıyla görkemli, öbür yanıyla tekdüze, mekanik ve yorucu bu ilişkinin bir raporu sanki...
Böylece bir tek düzeyli, özenilmiş ve estetik görüntü içermeyen, o dar sınırlar içinde üst üste yığılan iletişim dökümlerini izliyoruz. Baba kızının ekranındaki yazışmaları ve foto arşivini izleyerek onun tüm ilişkilerine erişmeye ve böylece akıbetini öğrenmeye çabalıyor. Ve ortaya sosyal medya ve internet aracılığıyla birbirlerine örülmüş insan hayatları çıkıyor. Bir yazarın dediği gibi, bizi zombilere çeviren bu iletişim alanının büyük bir drama araç ve alet olmasını izliyoruz. Felaket kadar umutlu sonlar da getirebilecek olan...
Böylece adına Facebeook, Facetime, YouTube, Twitter, Instagram, video arşivi, mesajlaşma vb. denen yöntemlerle, küçük bir ekranı bir ‘fare’ (mouse) ile tarayarak her yere erişme, her bilgiyi alma, herkese ulaşma sanatının bu kez ilginç bir gerilime dekor olmasını görüyoruz. Her şeyin internet teknolojisinin kendine özgü yöntemleriyle kaydedilmiş olarak durduğu farklı bir film; hayli şaşırtıcı bir deneyim bu...
Bu tuhaf hikâyeyi izlerken aile bağlarının kaçınılmazlığını, dostluğun ve arkadaşlığın önemini, sevgiyle nefretin bitmeyen ilişkisini, ana-baba olmanın ne yaman bir iş olduğunu da bir kez daha anlıyoruz.
Ve oyuncular. Kendi çapında ünlü, ama bizim pek tanımadığımız John Cho; yepyeni bir yetenek olan Michelle La. Ama belki en çok Debra Messing. Dijitürk’teki Will and Grace’de Grace’i oynarken, ‘eşcinsel dostu’ kadını en frapan ve matrak biçimde canlandıran...Buradaysa çok yönlü bir kadın ajanda harikalar yaratıyor.
Ve film, özellikle hayatları büyük-küçük ekranların başında geçen genç bir seyirci kitlesi için görülmeyi hak ediyor.