Atilla Dorsay

01 Ekim 2014

Ortadoğu’daki kanlı oyun: Allahım, sen aklımı koru!..

Önüne çıkanı yok ederek gidiyor IŞİD, Müslüman ya da ‘kafir’, Ezidi veya Türkmen, Kürt veya Türk, hiç fark etmiyor.

Kuşku yok ki yaşamsal önemde günler yaşıyoruz. 21. yüzyıl tarihinin henüz taptaze başlangıcına geçmişten gelen düşmanlıklar, çatışmalar, savaşlar, kısaca insanlık tarihi boyunca en karanlık çağları yaratmış olan tüm günahlar, yeni açılımlarla damgalarını vuruyorlar.

Ve yok olup gittiğini sandığımız tüm o hayaletler, birer kabus halinde dönüyor. Haçlı Seferleri’nden Yüz Yıl Savaşları’na, Enkizisyon’dan Apartheid’a, Yahudi soykırımından Boşnak soykırımına, Amerika kıtasındaki kızılderili katliamlarından zenci düşmanlığına, artık tarihe gömülüp yok olduğunu sandığımız tüm o büyük günahlar, başka bir halkı veya ulusu din ve ırk temelinde yok etme içgüdüsü, o bitmeyen mezhep savaşları, en kanlı biçimiyle karşımızda canlanıyor.

Ortadoğu bataklığı, bitmeyen kara talihinin yeni bir aşamasında kıpkırmızı kana boyanıyor. Ve adına ‘uygar dünya’ dediğimiz ülkeler, bu giderek bir çığ gibi büyüyen trajedi karşısında çok az etkili olabiliyor.

Nasıl olsun ki... Bu ‘uygar’ cephenin başını çeken ve iki yüzyıla yakın zamandır dünyanın en büyük gücü olarak bellenen ABD, zaten temelinde bir şiddet toplumu olarak kurulmadı mı? Onca westernden iyi bilip bellediğimiz şiddet, bu ülkenin mayasında yok mu? Ve Hollywood sineması, yıllar boyu şiddeti kimi zaman en kaba biçimiyle, kimi zaman ise ‘süblime ederek’ kitleleri büyüleyen bir temel öge olarak kullanmadı mı?

Ve bu durum günümüzde daha da artarak sürmüyor mu? Son izlediğimiz Adalet veya (bu hafta çıkacak) Prens gibi filmlerde gördüğümüz içbulandırıcı şiddet, bırakınız eski westernleri ya da gangster filmlerini, daha yakın zamanın Clint Eastwood veya Charles Bronson’lu adalet dağıtıcısı hikayelerini bile gölgede bırakacak kadar yoğun değil mi? Birçok şeyine hayran olduğumuz Amerikan uygarlığı, şiddetin bu çağda böylesine sıradanlaşmasının başlıca sorumlularından biri değil mi?

Aslında sinema bir yana, gerçek dünyada tüm bunların değiştiğini sanıyorduk. Sadece Apartheid’ın ülkesi Güney Afrika’da Mandela’nın, ABD’de ise Obama’nın başkan seçilmeleri, bir büyük günah çıkarmanın ve  arınmanın habercisi değil miydi? Bosna soykırımı tüm dünyayı ayağa kaldırmış ve dine-dile dayalı bir ayrımın savaşa ve kıyıma dönüşmesi konusunda son örnek olması dilekleri yağmamış mıydı?

Derken İslam kökenli Cihad kavramı yeniden diriltildi. Ve El Kaide’den başlayarak İslam’ı terörle eşanlamlı kılan birçok şiddet yanlısı ve kıyıcı çetenin ortaya çıkmasına yol açtı. Şeytan lambadan çıkmıştı ve IŞİD yok edilse bile başkalarının yerini alacağı kesin gibiydi.  

Tüm bu olayların arkasında yalan-yanlış dinsel saplantıların ve koyu bir cehaletin varlığı açık olsa da, belki her şeyden öte insanoğlunun Habil ve Kabil’den beri ayrılmaz bir ögesi olan ‘öldürme içgüdüsü’ var. Bunca yüzyılın bile terbiye edemediği, en küçük fırsatta aile ve akraba çevresine bile yöneliveren o iğrenç içgüdü. Asıl ‘temel içgüdü’ bu işte. Bunun yanında, o ünlü filmin ima ettiği ‘cinsel içgüdü’nün lafı mı olur?

O içgüdü değil midir, öfkesi burnunda erkeklere kadınlarını ve çocuklarını bile öldürten? Tek Tanrı’ya inansa da, farklı biçimde dua eden ve tapınan diğer halkları kitle halinde yok etmeyi dinsel bir ibadet biçimi sayan? 

Hatta aynı temel inanç içinde, küçük farklılıklar yüzünden aynı dinden insanları acımasızca boğazlatan?  

IŞİD bu yolda görüle gelmiş en ilkel gösteriyi yapıyor. Tam bir vahşet ve dehşet şovu. Öylesine korkunç, acımasız ve zalim ki, El Kaide bunun yanında masum kalır!.. O kafa kesmeler, o toplu infazlar, o çocuklara karşı bile zalimlik, insanoğlunun o en ilkel çağlara, öldürmenin sıradan bir eylem olduğu çağlara bir dönüşü. Ne acı bir dönüş!..

Bu küçük grup, tüm dünyadan, her ülkeden ve her etnikten gelen, umutsuzluk ve çaresizliğin birer cellada dönüştürdüğü ezik insanların da katkısıyla, bir orduya dönüştü. Önüne çıkanı yok ederek gidiyor: Müslüman ya da ‘kafir’, Ezidi veya Türkmen, Kürt veya Türk, hiç fark etmiyor.

Ve bu güruhu tarih sahnesinden temizlemek en azından şimdilik insanlığın tek kurtuluşu gözükürken, bizim yerelliği aşamayan siyasetçilerimiz hala sanki mahallede çelik-çomak oynuyor!.. Tayyip Erdoğan’ın uzun süre örgütü açıkça mahkum edemeyişi sadece rehinelerden mi kaynaklanıyordu? Çok kimse gibi ben de şüpheliyim. O şimdi de hep ezberlenmiş belli şeyleri sürekli yineleme huyuyla  “IŞİD’e saldıranlar 32 yıldır PKK’yla niye savaşmadı?” diye soruyor. Oysa iki örgütün ortak noktası, birer terör örgütü olmaları. Ama ayrıldıkları noktalar öylesine çok ki...  

Karşı ipte oynayan Kemal Kılıçdaroğlu ise IŞİD gibi bir cinayet çetesinden kurtulmanın tüm insanlık için önemini hiç anlamamışçasına “Türk ordusunun yabancı ülkelerde savaşmasına karşıyız” deyiveriyor. Böylece bir slogan siyasetine soyunuyor: Temelde doğru olan bir tavrı, bu özel koşullarda özgün ve yapıcı önerilerle beslemeyi hiç düşünmeksizin... 

Ve bu kanlı oyunu şaşkınlık ve dehşetle izleyen bizlere de “Büyük Allah’ım, sen aklımı koru” demek kalıyor!..