KARDAN ADAM X X X Yönetmen: Tomas Alfredson ABD- İsveç-İngiltere yapımı. |
İsveçli önetmen Tomas Alfredson benim için tartışmalı bir isim. Ülkesinde yaptığı birkaç filmin gördüğü ilgiden sonra ABD’de’çektiği Tinker Sailor Soldier Spy- Köstebek filmini hiç kendime yakın bulmamıştım.
Bu yeni filmi, birkaç yıl önce ziyaret etme fırsatını bulduğum Norveç’in unutulmaz kar manzaraları içinde çekilmiş: Oslo’dan Bergen’e...Ve bu görüntülerden olağanüstü yararlanılmış.
Öyle ki daha başında, inanılmaz bir sahnede, buzlara sürdüğü arabasında ve küçük oğlunun gözleri önünde yavaş yavaş derinlere batan anne bölümü, dekorla organik bir bağ kuruveriyor.
Yıllar sonrasına gidiyoruz. Aynen bir Raymond Chandler romanındaki gibi bir detektif: yaşam yorgunu, alkolik, dalgın, yakışıklı ve sorumluluk taşıyan. Michael Fassbender’in hayat verdiği Harry Hole.
Sonra sahneye kimler çıkmıyor ki...Harry’nin yeni takım arkadaşı, cazibeli ve akıllı Katrine...Ayrıldığı eski karısı Rakel ve onun yeni sevgilisi. Oslo’yu bir Olimpiyat şehri yapmaya sıvanmış iş adamı Arvo Stop. Kuşkulu doktor, birçok kahramanımızın eşlerini yolladığı Dr. Vetlesen...
Bu arada ülkede yeni (aslında belki on yıl önce!) işe başlayan ve özellikle çocuk sahibi kadınlara yönelen bir seri katil çıkıyor. En vahşi biçimde kadınları ve kimi zaman erkekleri boğazlayan ve imzası bir ‘kardan adam’ olan!... ‘Cinayetsiz kent’ sayılan Oslo’da polisin çaresizliği ve Harry’nin gerçeği araması... .
Çok-satan bir romandan uyarlanan film, oldukça ilginç biçimde başlıyor. Ama giderek yolunu şaşırıyor. Zamansal sıçramalar başarılı olamıyor. Art arda çıkan onca kahramandan hiçbiri tam bir karaktere dönüşemeden kayboluyor. Sanki hepsi yazarların ve yönetmenin elinde birer kuklaya dönüşüyor. Oysa biliriz ki entrika asıl onların sayesinde oluşur, tersi değil...
Böylece birçok ilginç oyuncuya rağmen tam bir yapı kurulamıyor, gerçek bir gerilim sağlanamıyor. Ve filmi izlemek giderek yoruculaşıyor. Finalse yeterince doyurmuyor.
Yine de polisiye meraklılarının bir göz atıp oyalanabileceği bir bulmaca, Dion Bebee’nin harika görüntüleriyle tam bir Kuzey havası taşıyan bir kara-film denemesi.
Finalinin mahvettiği, mitoloji esinli bir kara-film
KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ X X Yönetmen: Yorgos Lanthimos Amerikan filmi |
Evet, bu iş böyle. Kim ne derse desin, isterse kimileri ayılıp bayılsın, adamları sanatın tepesine çıkarsın...
Vız gelir!.. ‘Benim yönetmenim’ olmasına yetmez bu...Bir filmi sevmek, bir kitabı, bir tabloyu, bir şarkıyı sevmek kadar kişisel bir şeydir. Ve kimi zaman azınlıkta kalsanız da, kendi zevkinizi, ‘gustonuzu’ ve sinemaya bakışınızı savunmanız gerekir.
Böylece baştan bu saptamayı yapıp rahatladım!... Bize ulaşan ilk filmi The Lobster- İstakoz’u hiç sevmediğim Yunan yazar-yönetmen Yorgos Lahtnimos’un genelde beğenilen ve imdb’de hayli yüksek puanlı yeni opus’u da beni açmadı.
Ama bu, yönetmenlik yeteneğini tümüyle yadsımam anlamına gelmiyor. Çünkü filmi oldukça özgün, cüretkar ve yaratıcı. Evli, iki çocuklu, görünürde mutlu ve işinde (cerrah doktorluk) başarılı gözüken orta yaşlı Steven Murphy’nin öyküsü bu...Eşi de doktordur ve ayni klinikte çalışırlar.
Birden hayatlarına genç Martin girer. Hikaye ilerledikçe Steve’la önceden tanıştıkları anlaşılır. Çünkü kısa süre önce Martin’in babası, bir ameliyatta ölmüştür: Steve’in ellerinde...Ve bu ölümün tam nedenleri açığa çıkmamıştır.
Film boyunca bu gizem işlenir. Martin’in sık sık evlerine gelme, aileye iyice yaklaşma, hatta genç kızlarını kendisine aşık etme çabaları boyunca....Acaba hafiften alkol düşkünü doktor ameliyata sarhoş mu girmiştir?. Hata varsa doktorda mıdır, anestezicilerde mi?
Martin her şeyin kilit noktasıdır. Sempatik görünümü ardında acaba bir canavar mı yatmaktadır? Ve babasının intikamı için aileyi birer birer yok etmeye kararlı olabilir mi? Bunun için çocuklardan başlaması ve onları yürüyemez hale getirmesi mümkün müdür?
Kabul etmek gerekir ki karşımızda ilginç bir film var. Büyük aile dramı, psikolojik soslu bir polisiye, masumiyet maskesi ardında gizlenmiş genç bir ruhun bir kötülük kumkuması kimliği taşıması...Üstelik iyi çekilmiş, Amerikan taşrasını iyi vermiş.
Ve de iyi oynanmış. Lahtnimos’un yeniden Colin Farrell’e başvurması ve Farrell- Kidman ikilisinin Sofia Coppola’nın The Beguiled filminden sonra ikinci kez biraraya gelmesi de ilginç. Ancak filmin asıl yıldızının genç Martin’deki Barry Keoghan olduğunu da belirtmek gerek.
Ama final...O beklenmedik, ama ayni düzeyde absürd, hatta gülünç olan final...Belki burada, filmin adını da açıklayan biçimde, Lahtnimos’un kültürel mirasına başvurduğunu ve hikayeyi mitolojiden aldığını belirtmeli. Kıral Agamemnon bir halt edip tanrıça Artemis’in gözdesi geyiğini vurmuş. Tanrıça da onu sevgili kızı İphigenia’yı öldürmeye mahkum etmiş!..
Ama bunu bilmek finali bağışlamaya yetmiyor. Cannes 2017’de senaryo ödülünü aldığını öğrenmek de...En basit mantık kadar en ilkel insan psikolojisine de aykırı düşen o bölüm, üstelik acemice çekilmiş. Ve filmin geneliyle yarattığı büyüyü dağıtmaya yetiyor.
Üstelik ilk baştaki ameliyat sahnelerinin gerçek olduğunu ve bir operasyonda çekildiğini öğrenmek de ilgi çekici. Peki nasıl oluyor da bunu yapabilecek kadar ‘modern’ bir sinemacı, tüm filmini bir antik efsaneye dayandırıyor?
Yarın: İÇİMDEKİ GÜNEŞ ve ADALET BİRLİĞİ