KAĞITTAN KENTLER (Paper Towns) X X X 1/2 Yönetmen: Jake Schreier |
O film başarısını büyük ölçüde popüler romanın yazarı John Green’e borçluydu. Bu yeni film, yine ondan uyarlanmış. Ve hemen hemen ayni düzeyde başarılı. İlkinden çok farklı yönlere gitmesine karşın...
Anlatılan yine bir gençlik öyküsü. Hem de hepsi 18 yaşında, liseyi bitirip ünlü ‘prom’ (mezuniyet balosu) telaşına ve sonrasında da gidilecek üniversite kaygısına düşmüş üç arkadaş. Ve çevrelerindeki kız-erkek sınıf arkadaşları.
Aslında Quentin’le güzel Margo’nun öyküsünü daha öncesinden izliyoruz. Çünkü utangaç ve içine dönük Quentin- filmde söylendiği gibi Q- Margo’yu daha 13-14 yaşında tanır: o hayal gibi yemyeşil Amerikan taşrasında, karşılarındaki eve taşındıklarında...Daha o yaştan kimselere benzemeyen, hayatı farklı yaşamak ve her türden heyecanı tatmak isteyen Margo, Q ile iyi arkadaş olur.
Ama büyüme olayı ilişkilerini bitirir. Macerasever Margo, Q’nün sakin ve dosdoğru hayatına sığacak gibi değildir. Ama yeniden karşılaşırlar, hatta Margo’nun tam “9 görevi yerine getirmek” için yola düştüğü bir gecede, Q onun hizmetine girer. Görevler başarılır, yakınlık yeniden kurulur. Ama Margo’nun kişiliği öylesine sıradışı, coşkulu ve çılgındır ki... Kalıplara sığması mümkün değildir.
Bu film de ilkindeki gibi yepyeni yeteneklere emanet edilmiş: yazar, yönetmen ve oyuncu olarak..Hepsinin sıradışı birer iş çıkardığını söylemek, bilmem abartma sayılır mı?
Böylece en tipik bir Amerikan lisesindeki hayatı, sanki o sınıflarda oturur ve koridorlarda dolaşır gibi yaşarken, hepsi de özenle çizilmiş ve özgün karakterler tanırız. Quentin- Ben- Radar üçlüsü (sırasıyla Nat Wolff, Austin Abrams ve Justin Smith) zamane gençliği bahsinde, tipik Amerikalı olsalar da belli bir evrenselliğe ulaşırlar.
Margo ise tam bir muammadır, hep öyle kalacaktır. Böylesine doyumsuz, böylesine aykırı, yerleşik düzenin hiçbir kuralına uymak istemeyen, en büyük şehirleri bile birer ‘kağıttan kent’ olarak gören Margo, belki bu arayışı bir ömür boyu sürdürecektir. Hedefe asla ulaşmadan....
Bu rolde kendine özgü bir cazibesi olan ve Brooke Shields’den Margaux Hemingway’e (ünlü yazarın torunu) bir dönem oyuncularının ilginç bir karması sayılabilecek Cara Delavingne’nin hayli göz doldurduğunu belirteyim.
Filmdeki aykırı aşk öyküsü oldukça etkileyici. Ama daha da etki yapan, o benzersiz Üç Arkadaş durumu... Gerçekten de, herbiri özenle çizilmiş o üç gencin, sonunda California’dan New York’a uzanan tam bir yol filmine dönüşmüş öyküsü, son derece dokunaklı. Okul arkadaşlıklarını aşkın bile önüne koyan bu yaklaşım, doğrusu benim gibi 50 yılı aşan dostluklarını hala sürdüren birisine çok cazip gözüktü!...
'Aşk, her zaman aşk' diyen toplumun filmi
ACEMİ ÇAPKIN (Caprice) X X X Yönetim ve senaryo: Emmanuel Mouret |
Bu benim gördüğüm ilk filmi olduğu için, tam bir ruh safiyetiyle izledim. Bulduğum, yeni bir Allen değilse de, düzeyli, yer yer hayli komik ve öncelikle son derece Fransız olan bir yapım oldu. O kadar ki, neredeyse yalnız Fransızların yapabileceği türden...
Çünkü günümüzde kim, aşkı hala yaşamın tam yüreğine getirip koyabilir? Hangi millet sevme olgusunu böylesine ciddiye alır, belli bir gerçekçiliğin gerektirdiği tüm insan özelliklerini ve yaşam önceliklerini bırakıp, böylesine sırf aşka dönük bir hikaye anlatabilir? Biraz bıktırma ve tekdüzeleşme pahasına da olsa?
Böylece, üç yıl önce kendisini en yakın arkadaşı için terkeden eşinden ayrılmış, küçük oğlunu onunla zaman zaman paylaşan, içe dönük, okuma ve tiyatro hastası (yolda giderken kitap okuyup oyunlarda ağlayacak kadar!) öğretmen Clement, okul müdürü yakın arkadaşı, o da terkedilmiş Thomas’la tekdüze bir yaşam sürerken, birden hayallerinin kadını, sahne ve beyazperde ilahesi Alica ile tanışır. Ve bir yıldırım aşkı oluşur.
Ama kader hemen o sırada onu Caprice’le de tanıştırır: delifişek, delidolu, ama tiyatronun olduğu kadar gerçek aşkın da inatla peşine düşmüş bir zamane kızı. İlahesinin kollarındaki Clement’ı hiç ilgilendirmeyen bir durum...Ama ya Caprice’in, musallat olduğu erkekle sonuna dek gitme huyu varsa?
Demek ki konuşkan, romantik, duygusal, yer yer gayet komik bir ilişkiler yumağının öyküsü. İyi yazılıp oynanmış, Paris dekoru iyi kullanılmış. “L’Amour, toujours l’amour- Aşk, herdaim aşk”sloganını düstur edinmiş bir milletin özellikleri iyi yakalanmış. Caprice’de Anais Demoustier’yi yeniden bulmak kadar, Clement’da Jacques Brel’i andıran Emmanuel Mouret’yi ve Alica’da izlemesi gerçekten keyifli bir kadın olan Virginie Elfira’yı tanımak da hoş.
Sonuç olarak bir zirve değil, bir Woody Allen hiç değil. Ama makul düzeyde oyalayıcı ve sevimli bir film.
YARIN: İKİ AŞK ARASINDA ve DARAĞACI