Atilla Dorsay

27 Aralık 2013

Nasıl, neden fahişe olunur?

Ülkemizde Başka Bir Hayat adıyla oynayan önceki filmi Dans la Maison (Evde), bir lisedeki sakin, bilge bir hocanın hepsi yazı yazmada özürlü öğrencileri arasında deha düzeyine yaklaşan bir genç adam keşfetmesinin öyküsüydü

GENÇ VE GÜZEL      

 

(Jeune et Jolie)

Yönetim ve senaryo: François Ozon

Görüntü: Pascal Martie

Müzik: Philippe Rombi

Oyuncular: Marine Vacht, Geraldine Pailhas, Frederic Pierrot, Fantin Ravat, Charlotte Rampling, Nathalie Richard

Yapım: Fransız filmi.

Fransız yönetmeni François Ozon artık en olgun döneminde. Ve üstüste çok iyi filmler yapıyor.

Ülkemizde Başka Bir Hayat adıyla oynayan önceki filmi Dans la Maison (Evde), bir lisedeki sakin, bilge bir hocanın hepsi yazı yazmada özürlü öğrencileri arasında deha düzeyine yaklaşan bir genç adam keşfetmesinin öyküsüydü. Tüm ilgisini en yakın arkadaşı ve onun ailesine yöneltmiş, hayatı onların evini ziyaretle ve özel hayatlarını röntgenlemekle geçen, melek yüzlü, kışkırtıcı, ama biraz şeytani bir genç çocuk.

Yönetmen bize bu kez bir çağdaş genç kız portresi sunuyor. İyi aile kızı 17 yaşındaki öğrenci İsabelle’i, bir tatil köşesinin doğallığı içinde, en çıplak ve masum haliyle tanıyoruz. Ve Fransız orta sınıflarının sakin ve mutlu (gözüken) yaşamına tanıklık ediyoruz.

Ama hemen sonrasında, genç kız içindeki dürtülere uyarak fahişeliğe başlıyor!...İnternet, cep elefonu gibi çağdaş teknolojik aygıtların himayesinde, tanımadığı kişilerle lüks otel odalarında buluşarak yatıyor. Ve hayli para da topluyor!

Ozon, vaktiyle Elizabeth Taylor’lu Butterfield 8- Vizonlu Venüs vb. cilalı seks melodramlarından birini yapmak niyetinde değil. O daha çok araştırmacı ve incelikli bir tavırla,  bir çağdaş insan portesi sunuyor. Etrafındaki diğer kişilerle birlikte (aile bireyleri, okul arkadaşları, abaza genç oğlanlar, her yaştan müşteriler) bu tam bir insan portreleri galerisine eğiliyor.

Ama asıl merak ettiği elbette İsabelle. Onun kendisine seçtiği bu hayatın nedenlerini, içindeki tatminsizlik duygusunun kökenlerini bulmaya çalışıyor. Bu seçimin görülebildiği kadarıyla ne maddiyatla (bol ve kolay para), ne de doymak bilmez bir cinsel açlıkla ilişkisi var.

Film bu seçimin, bu ‘düşüşün’ olası nedenlerini araştırıyor. Ama her insan bir muamma olduğuna göre, öyle Amerikan tarzı kısa reçeteler, bilgece teşhisler yok. İsabelle’in geleceği ise oldukça belirsiz kalıyor.

Film, Ozon’un çağdaş insanı her yönüyle yakalamaya dönük meraklı ve araştırmacı filmlerinin sonuncusu. Ve her açıdan hayli etkileyici. Marine Vacht filmdeki baş rolüyle birden ün yaptı. Haklı olarak...

Ozon’un fetiş oyuncusu Charlotte Rampling ise geç girdiği filme ağırlığını hemen koyuyor ve unutulmaz bir portre çiziyor. İsabelle’in ‘dört mevsim’ boyu anlatılan öyküsüne ise, yine yönetmenin gözdelerinden Françoise Hardy eşlik ediyor: dört şarkısıyla...

Fransız sinemasını/müziğini sevenler kaçırmasın. Ama ayrıca çağımızda  sistemlerin kıstırdığı sorunlu, bunalımlı ve çaresiz genç insanlarının ruhunu merak edenler de... .

 

                                             ******

 

Benim hikayemden sana ne?

SENİN HİKAYEN 

 

Yönetim ve senaryo: Tolga Örnek

Görüntü: A.Münür Gürsoy

Müzik: Cavit Ergün

Oyuncular: Timuçin Esen, Selma Ergeç, Nevra Serezli, Sait Genay

Yapım: TAFF Pictures- Fono Film

Senin Hikayen adı yalan değil. Gerçekten de filmin anlattığı olaylar herkesin, hepimizin yaşadığı, yaşayacağı veya yaşaması olası olaylardan... Çünkü bilindiği gibi, insanların hatırı sayılır oranda bir bölümü evlenir. Sonra eşleri hamile kalır. Bu olay öncesi, kendisi ve sonrasıyla bir dizi hoş, ama ayni ölçüde sorunlu olaycıklar yaratır.

Ve doğumun ve çocuğun yanıbaşında, ölümler vardır. Bir bebek gelir, bir yaşlı gider. Ölüm de doğum gibi ve doğum kadar sıradan ve kaçınılmaz bir olaydır.

Peki ama, tüm bu çok-çok bilinen şeyleri, neden yeniden bir film konusu yapmak akla gelir? Hayalgücü tıkanmış bir yazarın, esin sıkıntısı çeken bir yapımcının, söyleyecek yeni bir şey bulamayan yönetmenin son çaresi midir bu?

O zaman, seyircinin günahı nedir? Bu gündelik ve sıradan olaylara hiçbir yeni bakış açısı içermeyen bir film neden, hangi gerekçeyle izlensin ki? Gebeliğin kendi içinde taşıdığı binbir sorun vardır elbette. Tüm anneler ve de babalar bunu bilir: insan hayatının en önemli, en yaşamsal bir dönemidir bu...Doğanın insana yüklediği en önemli, en ulvi, soyumuzu olduğu kadar türümüzü de devam ettirmek için müthiş bir görev, en yaşamsal bir misyon.

So what? Tüm bunların doğruluğu, bu iki saatlik sıkıntıyı mazur gösterir mi?  Hamileliği, öncesi ve sonrasıyla konu almış yüzlerce, binlerce filmden sonra?  Genç çiftin gebelik olayı karşısındaki dehşete varan korkusu belki anlaşılabilir- çok abartılmış olsa da...Ama bunu fondaki dramı dengelemek için bir güldürü malzemesi haline getirmek, anlaşılan ancak Hollywood’un başarabileceği bir iştir.

Bizimse o taraklarda bezimiz yok. Hele umutsuzca Cary Grant olmaya çalışan erkek ve de Doris Day olmaya bile çalışmayan (çünkü bahse girebilirsiniz ki adını bile duymamıştır!) kadın oyuncularla...Hele  hamile kadınla seks yapmayı komediye dönüştürmeyi bir buluş sanan bir mizah anlayışıyla...

Öte yandan (çok iyi oyuncu, tiyatro divası sevgili Nevra Serezli’yi tenzih ederek söylüyorum), hepimizin annesi öldü, babaannesi ya da dedesi öldü. Hepimiz sevgili büyüklerimizi kaybettik, acılarımızı içimize gömdük. Belki bu filmde de, Serezli’nin oyununun da etkisiyle, birer damla gözyaşı döktük.

Peki ama, bu sizin bu filmdeki duygu sömürünüzü affettirir mi? Herkesin o acıyı yaşadığını bilmek, adı Senin Hikayen olan bu melodramı kotarıp ortalığa  salmayı bağışlatır mı? Hele adları Devrim Arabaları veya Kaybedenler Kulübü olan başyapıt düzeyinde filmler imzalamış bir yönetmenseniz?