Yönetmen: Shawn Levy |
Sevilen bir filmi seri haline getirmek, dünyaya Hollywood’un öğrettiği birşeydir. Bugün de bu akım sürüyor: üstelik seyircinin sayısız filmle, özel sinema kanallarıyla, TV dizisiyle, DVD bolluğu ya da birçok filmi küçücük aygıtlara sığdıran teknolojik devrimle tam bir görüntü bombardımanına tutulduğu bu çağda, daha da güvenceli bir yatırım olmuş bulunuyor.
İşte 2006’da başlayan Müzede Bir Gece’nin üçüncü halkası. Başta özgün bir buluştu: bir büyük müzede, araya giren sihir ögeleriyle antik heykellerin canlanması, kabirlerin açılması ve müze bekçisi Larry’nin tüm bu garabetle boğuşma çabaları...
Yönetim bu kez de becerikli Shawn Levy’de. Ve baş rol yine Ben Stiller’de... Olaylar bu kez eski Mısır harabelerinde kazı yaparken kaza eseri bulunan bir mağaradaki gizemli ve lanetli bir tablet çevresinde dönüyor. Tablet tüm eserler gibi New York’un Metropolitan müzesine yollanıyor. Gedikli memur Larry, kendi kendine yok olmayı başlayan tableti tamir için gizlice Londra’nın British Museum’una yolluyor. Ardından tüm ekip de oraya gidiyor. Ve şamata başlıyor.
Doğrusu bu seri beni çok doyurmamıştı –arkeolojiye olan merakıma ve müze sevgime karşın!.. Bu yeni ve olasılıkla son bölüm de, önceki bölümleri görenlerce tekrar gibi duruyor.
Ne var ki ikinci yarıda işler biraz ilginçleşiyor. Öncelikle, sanki teknoloji 7-8 yılda daha da ilerlemiş gibi. Özel efektler birinci sınıf. Ve kimi ünlü oyuncular, ilk filmden beri sürdürdükleri karakterleri canlandırıyor. Örneğin Robin Williams, ünlü ABD başkanı Theodore Roosevelt’i son bir kez oynuyor. Ve onu bir kez daha sevgiyle anıyoruz.
Owen Wilson- Steve Coogan ikilisi, yine ‘cüce’ Romalı kankalarda gözüküyor. Hun imparatoru Attila ise, Patrick Gallagher’in oyunuyla yine en öfkeli haliyle canlanıyor. Çağlar-öncesi insanı ‘neanderthal’ler ya da Amerika’nın ilk sahibi kızılderililer, kalabalığa çeşni katarak dolaşıyorlar.
Ayrıca eski bölümlerde de varolan bir üçlünün iki ünlüsü, Mickey Rooney ve Dick Van Dyke da randevuya gelmişler. Özellikle sinema tarihinin derinliklerinden (1930’lardaki çocuk oyunculuktan) süzülüp gelmiş Mickey Rooney, şöyle bir geçip gidiyor. Finaldeki saygı cümlesinde, onun da Robin Williams’la birlikte filmin artık hayatta olmayan iki oyuncusundan biri olduğunu hatırlıyoruz.
Ama yeniler de var. Örneğin Kral Arthur efsanesinden çıkıp gelen şövalye Lancelot, kahramanlığına toz kondurmuyor!.. Deneyimli Ben Kingsley ise eski Mısır’dan soylu Merenkahre olarak perdeyi dolduruyor. Ve finale doğru birkaç sahne, komedi açısından da doyurucu olmayı başarıyor.
İşte böyle. Çağdaş Amerikan komedisini ve özellikle artık tek başına bir marka sayılması gereken Ben Stiller güldürüsünü sevenler, ayrıca hoşlanabilir.