Atilla Dorsay

26 Ekim 2018

Müslüm Baba ve Muhterem Nur: Görkemli bir Türkiye efsanesi...

Bu Türk efsanesi, biz yazarların desteğine de muhtaç olmadan, sanırım geniş bir kesime ulaşacaktır

 

MÜSLÜM      X  X  X  X

Yönetmen:  Can Ulkay, Ketche
Senaryo: Hakan Günday. Gürhan Özçiftçi
Görüntü: Martin Szecsanov
Müzik: Ender Akay, Sunay Özgür
Genel Müzik Direktörü: Burhan Bayar
Oyuncular: Timuçin Esen, Zerrin Tekindor, Şahin Kendirci, Ayça Bingöl, Taner Ölmez, Turgut Tuncalp, Erkan Can, Güven Kıraç, Erkan Avcı, Erkan Kolçak Köstendi, Aleyna Özgeçen, Mustafa Dok, Alper Parlak

Dijital Sanatlar Yapımevi- CGV Mars filmi

 

Türk sanatının büyükleri sinemamıza pek konu olamadılar. Hemen hiçbiri için hatırı sayılır ve hatırlanan bir biyografi filmi yapılamadı. Ne o ünlü sesler, ne o unutulmaz yazarlar/şairler, ne ressam veya heykeltıraşlar...

Biraz da bu nedenle, diyelim ki Halit Refiğ’in Karılar Koğuşu (Kemal Tahir), Biket İlhan’ın Mavi Gözlü Dev (Nazım Hikmet), Erden Kıral’ın Yolda (Yılmaz Güney) veya Yılmaz Erdoğan’ın Kelebeğin Rüyası (iki unutulmuş şairimizin öyküsü) filmleri yüreğimize onca dokunmayı bilmişlerdir.

Müslüm aslında ilgimizi başka nedenlerle de hak ediyor. Çünkü Ayla filmini yaratan ekipten geliyor: Yönetmen Can Ulkay- yapımcı Mustafa Uslu. Gerçi bu kez yanlarına başkalarını da almışlar: İkinci yönetmen Ketche. Ki onun bu özel imzasını daha önce de Romantik Komedi ve Bu İşte Bir Yalnızlık Var filmlerinde görmüştük. 

Doğrusu Müslüm Gürses benim en gözde sanatçılarımdan olmadı. Çünkü Arabesk müziği daha çok kadınlardan dinlemeyi severim: Gırtlaktan söylemedikleri için... En başta da Gülden Karaböcek’i. Ama sonra farkına vardım ki, zaten Müslüm de gırtlak oyunlarına pek başvurmuyor. Daha arı, daha sade bir yorumu var. Nitekim sonradan hem kimi şarkıları Batı tarzı söyledi. Hem de onun için birçok sanatçının katıldığı görkemli saygı albümleri yapıldı.

Ama çoğumuz, belki hiçbirimiz onun yaşamının böylesine dramatik olduğunu bilmedik. Ne biçim bir hayatı olmuş... Urfa’da başlayıp Adana, Konya, Tarsus ve İstanbul’a uzanan  öyküsü ne acıymış!.. Sanki tüm ailesini yok etmeye uğraşan acımasız bir baba... İki kere yaşanan korkunç araba kazaları...Ve sevdiklerini birer birer yitirmesi.

Filmin ilk yarısı bunları anlatıyor. Hem de aşırı duran bir melodram  havasıyla... O baba adeta canavarlaştırılıyor, kazalar gösterişli bir sinemayla daha da dramatik kılınıyor. Ve o alabildiğine yetenekli köy çocuğu Müslüm Akbaş, gerçekten de acıların adamı oluyor.  Bu yoğun müzik destekli melodram dozunun biraz aşırı kaçtığını da söylemeliyim. 

İkinci yarıda işin içine aşk giriyor. Yani Muhterem Nur. Müslüm’den kabaca 20 yaş büyük, Yeşilçam’ın ilk büyük starlarından, o da tam bir ‘acıların kadını’.  O hikâye de ayrıca anılmaya değer: Makedonya göçmeni Olga nasıl Muhterem oldu, nasıl aşklar yaşadı, nasıl başta Üç Arkadaş onca başyapıtlarda oynadı... Umarım bir gün anlatılır.

Ve nasıl o büyük aşk doğdu. Önce nefretle, şiddetle başlayan (Müslüm’ün herkesin içinde attığı sert tokat), nasıl giderek muhteşem bir aşka dönüştü... O iki talihsiz insan nasıl birbirlerine sarmaşık gibi sarıldılar; sanki adım adım ve ve isteyerek felakete yaklaşırken birbirlerine can simidi oldular!

Filmin büyük bir bütçeyle, özen ve maharetle çekildiği açıkça görülüyor. İlk bölümde genç Müslüm’ü oynayan Şahin Kendirci’nin büyük başarısının da katkısıyla, dönemin taşra Türkiye’si beliriyor: Adana halkevinde ona sazı ve Bektaşiliği öğreten Limon Ali’nin temsil ettiği halk kültürü, halkevlerinin önemi... Sonra şöhret geliyor ve özellikle Karadeniz turunda ustaca saptanmış kadın-erkek köylü ve emekçi yüzleri, bizi sanki gerçekten halka götürüyor.

Sahneye Muhterem Nur’un girmesiyle işler değişiyor. Ve inanılmaz bir aşk ve bağlılık öyküsü izliyoruz. İnişli-çıkışlı, kavgalı-dövüşlü, ayrılıp yeniden birleşmeli. Tam bir Türkiye efsanesi, ikisinin de halka mâl olmuşluğuyla hepimiz için ulusal bir masal. 27 yıl, Müslüm’ün ölümüne dek süren...

Ve Müslüm belki babası gibi bir baba olmaktan korktuğu için çocuk sahibi olmuyor. Ama tüm bir halkın Müslüm Baba’sı olmayı başarıyor. Ki o ilişkide de ölümcül bir yan var: konserlerinde kendi kendilerine jilet atanların yanı sıra,  Gülhane’de onu bıçaklayan hayranı gibi...

Son kişisel albümü olarak kalan Veda’da (2012) şöyle diyordu: “Ben ve yine Kadırga Müzik, eski ekip eski dostlar. Yeni ve lezzetli  bir albüm bırakıyorum sevenlerime. Sağlık sorunlarım nedeniyle bir süre ayrı kalacağız. Hakkınızı helal edin, dualarınızı esirgemeyin. Hayat bana zordu, ama güzeldi. Hoşçakalın dostlarım”.

Sanki öleceğini bilmiş gibiydi. Ve Müslüm Baba 2013’de, tam 60 yaşında hayata veda etti. Muhterem hanımsa maşallah 86 yaşında. Allah daha da uzun ömür versin!..

Filme dönersek... Çifte yönetmenlerimiz iyi bir iş başarmış. Farklı kentlerin dekorları iyi seçilmiş, mekanlar iyi değerlendirilmiş. Konser sahneleri harika. Gerçi Ayla’daki Marilyn konserini çekebilmiş bir ekip için şaşırtıcı değil, ama yine de o Açıkhava Tiyatrosu ve özellikle Gülhane konserleri tam bir sinemasal başarı.

Oyuncularsa sanki bir mucize. Uzun zamandır görmediğimiz Timuçin Esen sanki bu rolü bir elbise gibi sırtına giymiş!....Üstelik sesi dahil. Nasıl olmuş bu, sanki şugünlerde izlediğimiz Bir Yıldız Doğuyor’da Bradley Cooper’inkine benzer mucize? Müslüm albümlerini dinlerken bakıyorum da seste ve yorumda beklenmedik biçimde yakınlar. Ayni şey yine kendi sesiyle söyleyen genç Şahin Kendirci için de söylenebilir.

Zerrin Tekindor ise zaten bayıldığım bir oyuncudur. Ama bu kez kendini aşıyor. Ve aslında Muhterem’e çok da benzememe handikabını aşarak, dört dörtlük bir oyun veriyor. Filme çok şey katan...

Annede Ayça Bingöl, babada (konuşmasını hiç anlamamış olsam da!) Turgut Tuncalp, kardeşi Ahmet’de Taner Ölmez, menajerde Erkan Avcı ve kuşkusuz Limon Ali’de Erkan Can gayet inandırıcı olabilmişler. 

Bu Türk efsanesi, biz yazarların desteğine de muhtaç olmadan, sanırım geniş bir kesime ulaşacaktır.


YARIN: NAPOLİ’NİN SIRRI

Not: Haftanın bir diğer önemli Türk filmi olan ÇİRKİN KIRAL EFSANESİ yazım  ortakoltuk.com  sitesinde.