Muhterem Nur öldü. Türk sinemasının belki ilk büyük starı; tümüyle bir 'acıların kadını', sanki bir modern trajedi kişiliği olan o kendine özgü sanatçı hayata gözlerini yumdu. 1932 doğumlu olduğuna göre 88 yaşında...
Bugünkü Makedonya'da dünyaya geldi Muhterem Nur. Ve hep dramlar içinde büyüdü. Annesi Şira henüz öğrenciyken evli öğretmeninden hamile kalmış; babası kadını penceresi bile olmayan bir mahzene kapamış ve orada doğan kızını reddetmişti. Annesi hemen sonrasında öldü. Ve Olga adı verilen bebek, ebesi Raziye Hanım'ın insafına terk edildi. Sonra da Olga'yı çocuk sahibi olmak isteyen dul bir kadına sattı.
Olga, çocukluğunu Makedonya'da geçirdi. Sonra Türkiye'ye gelen teyzesinin ardından, o da İkinci Dünya Savaşı'nın en yoğun günlerinde bir kamyonla Türkiye'ye kaçırıldı. Ve burada nüfusa Muhterem Kısa adıyla kaydedildi. Okul hayatı da kolay geçmedi. Ve daha 12 yaşında, sokakta oynarken tecavüze uğradı.
Eyüp'te ilkokulu bitirdikten sonra 14 yaşında bir dokuma fabrikasına girdi. Bu sırada bir subayla evlendi, anne oldu. O günlerde bir gazetede 'artist aranıyor' ilanını görüp tek başına film şirketine gitti. Ve böylece kariyeri başladı. Çok genç yaşta ve tümüyle kendi çabalarıyla...
Muhterem Nur'un gençlik yılları
Sinema hayatına 1951'de Yıldızlar Revüsü filminde figüran olarak başladı. Sonra ünlü Kanun Namına'da oynadı. Daha sonra, rivayete göre yapımcı Ümit Utku'nun önerisiyle Muhterem Nur ismini kullanmaya başladı. Boş Beşik, başrol oynadığı ilk film oldu. Sonrası hızla geldi: özellikle melodramlar ve neşeli güldürülerle... Ve sonunda o efsanevi film geldi: Üç Arkadaş. Böylece de zirvenin yolu gözüktü.
Evet, 1958 yapımı Üç Arkadaş. Şu günlerde üzerinde çalıştığım ve sinemamızın 2010-2020 arasındaki filmlerine, yazdığım onca eleştiri ve de daha genel bakışlarla eğildiğim yeni kitabımda da o filmi sık sık andım. O dönemden çok daha eski olduğu halde...
Nasıl anmayayım ki... Bir film düşünün, senaryosunda tam 7 sanatçının imzası var: Aydın Arakon, Metin Erksan, Muammer Çubukçu, Memduh Ün, Ertem Göreç, Atıf Yılmaz, Bülent Oran. Ve sevgili Selim İleri'ye göre bunlara yazar Orhan Kemal'i de ekleyebilirsiniz!
Ama ortaya çıkan, beklendiği gibi bir çorba değil; bunca dehanın kendince bir şeyler kattığı enfes bir sentez. Daha 1962'deki Dost dergisi soruşturmasından başlayarak hep Türk sinemasının en iyi filmi seçilmiş. Ve 2010'larda da elbette çok sözü edilmiş, özellikle 2014'de sinemamızın 100. yılı kutlamalarında... Çoğu zaman yine en başa geçerek... Ayrıca da Sami Şekeroğlu sayesinde onarılmış pırıl pırıl kopyasıyla yine gündeme oturarak...
Muhterem Nur
Hep ve her zaman o görkemli kadrosundan da söz edilmiştir. Elbette Fikret Hakan, Semih Sezerli, Salih Tozan üçlüsü. Ama Muhterem Nur olmasaydı... Onun o zor rolde, hele sinemamızın suyunu çıkardığı kör kadın rolünde (o repliği hatırlayın: "Görüyorum, görüyorum!") böylesine bizi hüzünlendirmesi, giderek ağlatması (ama en soylu biçimde!) bir mucize değil miydi? Aslında gerçek Yeşilçam iki yıl sonra (1960'larda) başladığı halde, bu filmi Yeşilçam'ın en simgesel filmi sayan bendeniz ve başkaları yanılıyor olabilir miyiz?
Ama bu başarılar bile onun kişisel acılarını bitiremedi. 1961'de gazeteci Işın Kaan'la evliliği sadece iki yıl sürdü. Arada seks filmleri dönemindeki şarkıcılığı ve gazino turları geldi. Gerçek mutluluğu ancak yıllar sonra Müslüm Gürses'te mi bulacaktı? Belki... 1982 yılında tanıştılar. 1986'da evliliğe dönüşen bu beraberlikte Müslüm'ün, başka türleri denese de temelde Arabesk'çi olması ilişkilerine yardım etmiş olabilirdi: Onca acıyı kim daha iyi anlar?
Mutluluk Yılları
Ama anlaşılan işin başka bir yanı da vardı: Müslüm'ün tartışma sırasında kolayca şiddete başvurma alışkanlığı... Ve de alkol düşkünlüğü. Olga'nın çilesi henüz bitmiş değildi. Sonunda bulduğu bu görece mutluluğu korumak için çok sabır göstermesi de şarttı.
Ve bu da sonuna geldi. 17 yıllık beraberlik Müslüm'ün ölümüyle erdi: 2013 yılında ve sadece 60 yaşında... Muhterem hanım ileri bir yaşta yine yalnız kalmıştı. Beş yıl sonra gelen ve aslında iyi bir film olan Can Ulgay-Ketche ikilisinin Müslüm filmi de Nur'u mutlu etmedi. Oysa gayet düzgün bir biyografiydi: Timuçin Esen-Zerrin Tekindor ikilisinin oyunları da kusursuza yakındı. Üstelik Şahin Kendirci'nin genç Müslüm olarak oyunu ve Timuçin Esen'in Müslüm şarkılarını yorumu da birer mucize sayılabilirdi.
Ama Muhterem hanım yine tatmin olmamıştı. Ve telif haklarını bahane ederek yapımcıları dava etmeye kalkıştı. Hakkını yemiş olmayayım ama bence artık o mutsuzluğu yaşam biçimi haline getirmiş yapayalnız bir hanımefendiydi. Bu yaştan sonra değişmesi de imkansızdı.
Talih, daha doğrusu talihsizlik onu son gününe dek izledi. Ölümü sadece Türkiye'nin değil, tüm dünyanın en belalı günlerine, Koronavirüs faciasına denk geldi. Ve Muhterem hanımefendi, alelacele gömülüverdi. Gazetelerde yeterince duyurulamadan... Ve tüm Yeşilçam'ın, herkesin, hepimizin mutlaka katılacağı bir cenaze töreni düzenlenemeden... Ki kendi adıma onunla hiç karşılaşmamış olan bendeniz mutlaka katılırdım!..
Bu arada böylesine bir kadının ölümünü kendi olağanüstü yaşamını unutarak 'erkeğinin gözünden' veren haberler de yapıldı. Ki bunlardan biri T24'ün şu başlığıydı: "Müslüm Gürses'in hayat arkadaşı Muhterem Nur hayatını kaybetti."
Sinema yazarı Alin Taşçıyan dostum buna itiraz etti ve şu mesajı attı: "Cinsiyetçiliğin daniskası budur işte... Bilinçaltına işlemiş olan." Alin önde gelen bir feministtir ve doğrusu kimi zaman biraz abartır. Ama bu kez haksız olduğu söylenebilir mi?
İşte böyle... Ne diyelim? Umalım ki öteki alemde biraz daha rahat eder...