Atilla Dorsay

03 Mayıs 2019

Marvel kahramanlarının toplu gösterisi: Gerçek bir veda mı?

Aslında bu bir oyun arası değil, sanki bir döneme veda

AVENGERS: ENDGAME     
X  X  X

Yönetmenler: Anthony ve Joe Russo
Senaryo: Christopher Markus, Stephen McFeely
Görüntü: Trent Opaloch
Müzik: Alan Silvestri
Oyuncular: Robert Downey Jr, Chris Evans, Cris Hemsworth, Mark Ruffalo, Scarlet Johansson, Jeremy Renner, Paul Rudd, Don Cheadle, Benedict Cumberbach, Chadwick Boseman, Brie Larson, Tom Holland, Karen Gillan, Zoe Saldana, Tilda Swinton, Jon Favreau, Sebastian Stan, Tom Hiddleston, Hayley Atwell

Marvel Productions-Disney Films yapımı

 

Marvel’in dünyası artık zavallı yaşamlarımız içinde apayrı bir keyifler, ürpertiler, heyecanlar ve hayal alemleri toplamıdır. Onun sayesinde belki uzun yıllardır sadece yeni-yetmeler değil her yaştan insan, şu kahpe dünyanın kederine, insanlığın çöküşüne, zulmün egemenliğine karşı direnç kazanıyor, sabır ediniyor.

Ve çoğumuzun küçük gördüğü bu filmler, içerdikleri onca fantezinin yanı sıra kimi temel insan değerlerine de atıfta bulunuyor; hatta onları açıkça ve dönüşü olmayan biçimde savunuyor, güncelleştiriyor. 

Son yılların 22 filme ve iki düzineye yakın kişiliğe dayanan Marvel uyarlamaları en azından bir süre için veda ediyor sanki... Gerçi bu uzun filmin (üç saat) sonunda, o alemin önderlerinden sadece biri hayata veda ediyor ve bir başka aleme geçiyor. Ama aslında bu bir oyun arası değil, sanki bir döneme veda. Olasılıkla yeni kişilikler ve özgün maceralar yaratmaya doğru gidebilecek...

Bu şimdilik son macera, öncelikle bu dünyanın The Avengers serisine son noktayı  koyuyor. Gerçi filmin bir yerinde “Biz avenger’leriz, revenger’ler değil” deniyor. Ama sonuç olarak iki sözcük de aşağı yukarı aynı anlamda: İntikamcılar...

Böylece tüm o kişilikler, önceki hikâyede kötülük devi Thanos’un filmde dendiği gibi “binlerce gezegen içinde sadece biri” olan dünyamızı kurtarmak için nüfusunun yarısını (yani insanların yüzde 50’sini) öldürmesinin intikamını almak ve de geri kalanının hayatını korumak için bir araya geliyorlar. Her biri bir yerden çıkıp gelerek...

Son katılan da Ant Man oluyor. Ve böylece dostluklar yeniden kuruluyor. Hikâyenin sadece küçük bir sıçrama yaptığı beş yıl içinde iyice yaşlanmış bir Iron Man... Bir deve dönmüş Hulk... Yine kendini kapıp koyuvermiş, bira ve tekilaya boğulmuş göbekli bir Thor... Çökmüş bir War Machine... Genç görünümünü korumuş bir Captain America... Hâlâ enerjik bir Hawkeye....

Kadınlarsa daha iyiler (Hep öyle değil midir?). Gayet formda gözüken Nataşa Romanoff- Black Widow...Tüm enerjisini korumuş bir Captain Marvel... Fıstık gibi bir Nebula, hâlâ güzel bir Giamora... Ama Tony Stark, nam-ı diğer Iron Man- Demir Adam’ın gönül eşi Pepper Poots da Oscar’lı ve unutulmuş Gwyneth Paltrow’un kişiliğinde ne tatlı yaşlanmış!.

Ve diğerleri... Sanki illa da veda şölenine katılması gereken ve kimi zaman şöyle bir geçip gidenler. Gencecik Örümcek Adam Peter Parker... Gizemli Quill... Mistik bakışlı Dr. Strange... Frigga, Ramonda, The Scarlet Witch...Ve görünmekle kaybolması bir olan sayısız comics kahramanı. Tam bir geçit resmi...

Asıl kararları alıp eylemlere girişen bir düzine kadar temel kahraman, öncelikle zamanda yolculuk kavramına başvuruyorlar: Thanos kıyımının öncesine gidip bunu önlemek için... Bu amaçla da gerekli zaman makinasını bulmak önem kazanıyor. İngiliz yazarı H. G. Wells’in yayınından 125 yıl geçmiş eserine yeniden dönmek pek özgün olmasa da...

Ve filmin bir yerinde, zaman içinde yolculuğa değinmiş tüm ünlü filmlerin topluca adı anılıyor. Şu laf da ihmal edilmeden: “Zamanla uğraşmaya kalkışan mutlaka sorun çıkarır!”...

Bu tam zengin işi (hem Marvel koleksiyonun zenginliği, hem de bütçesinin görkemi) film, ilk yarısında bunları sömürmüyor. Daha çok tüm bu başkişilerin hikâyelerine şöyle bir değiniyor; ailenin önemini hatırlatıyor; kadın-erkek ilişkilerinin altını çiziyor. Yumuşak, duygusal, insancıl ve sonuç olarak onca gezegenden dünyaya odaklanmış biçimde...

Böylece tüm o üstün-insanlar en sıradan kişiler gibi aile kuruyor, çocuklarını büyütüyor, yaşlılarını sayıyor. Acıkıyor, yemeğe saldırıyor, beyzbol seyretmeyi özlüyor. Ve aralarından biriyle “O çok dünyevi bir varlıktır” diye dalga geçiyor!..

Böylece 1970 yılında New Jersey’de açılan hikâye sonra New York (fantastiğin kaçınılmaz metropolü!), Tokyo (herhalde kalabalık Japon seyircisini çekmek için!) ve de kimi uzay megapollerine açılıyor: Asgard, Modag, vs. O gizemli Quantum Dünyası içinde, bir önceki filmde kötücül Thanos’un gizli yörelere sakladığı Zaman (ya da Zihin) Taşları’nı bulmak önem kazanıyor. Sonunda bunlardan üçünün New York’ta, diğerlerininse gezegenlerde olduğu ortaya çıkıyor. Ve av başlıyor. 

Dediğim gibi ilk yarı ve daha birazı pek aksiyon içermiyor. Ve fantastik yan hep ağır bassa da, sanki biraz Marvel dünyasına yaklaşır ve kişilerinin gizemine tanık olur gibi oluyorsunuz. Özellikle has Marvel tutkunları için hoş bir izlenim. Yer yer biraz sıkıntı verse de...

Son bölüm (kabaca bir saat) ise artık aksiyon zamanı. Anthony ve Joe Russo kardeşler yine iş başında ve yine Christopher Markus’la Stephen McFeely ikilisinin elinden çıkma senaryoya gereken zengin görselliği verebiliyorlar. Trent Opaloch’un görüntüleri ve deneyimli Alan Silvestri’nin müziği de düzeyli. İnanılmaz kalabalık bir teknik kadroysa o özel efekt yağmurunu kusursuz biçimde gerçekleştiriyor.

Ve kimi iyi, kimi de kötü insanlar bu ölümsüzler dünyasında nasılsa ölürken, şöyle bir ayrım oluşuyor: İyiler insan gibi ölüyor, kötülerse toza dönüşüyor!..

Ve oyuncular... Öylesine bir kadro ki anlatılamaz. Elbette Iron Man’de Robert Downey, Hulk’ta Mark Ruffalo, Ant-Man’da Paul Rudd, Captain America’da Chris Evans, Thor’da Chris Hemsworth, Hawkeye’de Jeremy Renner, War Machine’de Don Cheadle, Peter Parker’de Tom Holland ve diğerlerini bulmaktan mutluyuz. Thanos’da yeterince tumturaklı görünümüyle Josh Brolin’i de...

Kadınlar cephesindeyse Black Widow’da Scarlett Johansson, Captain Marvel’de Brie Larson, Gamora’da Zoe Saldana, Friga’da Rene Russo, Scarlett Witch’de Elizabeth Olson’u ve diğerlerini bulmak da gözlerimizi okşuyor. Ancient One’da Tilda Swinton sürpriziyle birlikte...

Ama örneğin bizzat Black Panther’de Chadwic Boseman’ı görmek... Ya da Robert Redford’dan Michael Douglas’a, Michelle Pfeiffer’dan Natalie Portman’a, Marisa Tomei’den Angela Bassett’e, Samuel Jackson’dan William Hurt’e onca ünlüyü şöyle bir geçerken yakalamak...

Ve Marvel’in yaratıcılarından Stan Lee’yi son kez perdede bulmak...Az zevk mi, hatta az iş mi? Meraklılarını filmi birden çok görmeye itebilecek!..

Evet, işte böyle bir film. Sinemayı, hatta türünü yenilemese de insanı çeken...


Yarın: ŞAMPİYONLAR