SAİNT OMER X X Yönetmen: Alice Diop Fransız filmi, 2022 |
İşte ilginç bir haftanın benim için son filmi... Bunca iddialı filmi görüp üzerinde düşünmek, sonra olabildiğince doyurucu biçimde yazmak... Böylece, en azından Transformers serisinin son filmini gözden çıkardım. Zaten dışarda da -kimi Z kuşağı yazarları dışında- ciddiye alınmamıştı.
Aman, yanlış anlaşılmasın. Serinin hepsi de Michael Bay imzalı, ilk filmlerini görüp yazmış ve sevmiştim. Ama bu son film hepsinin çok altında kalıyor dendi. Daha itici afişinden başlayarak...
Neyse, gelelim bu filme... Bu benim için haftanın en az iyi olanı... Burada da görüş ayrılıkları, hatta zıtlıkları var. Tek bir örnek vermek için, iki Fransız yazarından Olivier Bachelard sadece X vererek yerin dibine batırmış. Bir diğeri olan Laurent Le Crabe ise bayılmış. Ben daha çok ilkine yakınım!...
Daha önce belgeselleriyle tanınan Alice Diop, filmini 2015 yılında Senegal kökenli bir kadın göçmenin 15 aylık bebeğini öldürmesi olayına dayamış. Kendisi de yine Senegal'den göç etmiş olan Diop, o davayı yakından izlemiş, Fransız adaletinin farklı tavırları üzerine notlar almış.
Filmin girişinde Rama adlı bir yazarı tanıyoruz. Siyahi bir kadındır; eşinden bir bebeğe gebedir ve bu onu ürkütmektedir. Çalıştığı yayınevi onu kuzey Fransa'da Saint Omer adlı kasabadaki bir davayı izlemek için yollar. Yani sözünü ettiğim bebeğini öldürme olayını...
Ve orada Laurence Coly adlı Afrika göçmeni kadın tanırız. Küçük bebeğini en hain biçimde, geceyarısı bir plajın kenarında dalgalara terk ederek öldürmüştür. Hemen bütün filmin geçtiği mahkeme salonunda, Laurence eyleminin nedenini açıklayamaz. Dediği şudur: "Hiç bilmiyorum. Umarım bu dava bana bir yanıt verecek!"
Fransız adaleti -elbette biraz da bir Fransız filmi olduğu için- kılı kırk yararak bu zavallı, boynu bükük kadının cinayetine ışık tutmaya çalışır. Salondaki yazar Rama'yla bir-iki kez bakışları kesişir. Ama bir araya gelmezler. Nitekim Rama'nın kimliği ve kişiliği seyirciye hemen hiç geçmeyecek ve onun kendi çocuğunun katili bir başka kadına duyduğu ilginin kökeni ortaya çıkmayacaktır. Filme olumsuz bakan Fransız eleştirisinin ana dayanaklarından biri...
Bana gelince... Ben anlatılan, üstelik gerçek olaylara dayalı bu 'kadınlar hikâyesi'ni önemsiz bulmadım, ilginçliğini de yadsımıyorum. Beni asıl rahatsız eden, çok uzun bir süre boyunca, kapalı bir mekanda, hiçbir sinema ögesi içermeden, sanki bir tiyatro uyarlaması gibi süregitmesi oldu. Açıkçası bu tutumu çok anti-sinema buldum, sıkıldım.
Gerçi özellikle kadın oyuncular iyiydi. Rama'da Kayije Kagame, Laurence Coly'de Guslagie Malandane, kadın yargıçta Fransız oyuncusu Valérie Dréville... Ama tüm bunlara rağmen filme çok ısınamadım. Hatta ödüllerini duyunca bile: Venedik festivalinde büyük ödül; Fransa'nın Oscar adaylığı... Geçmişte de olmuştu böyle şeyler... N'apalım, herkesin kendi zevki var!...
Okurlarıma not: Bugün (Cumartesi), ekte tanıtımı olan İstanbul, Kadıköy'deki Tepe Nautilus AVM'sinde son kitaplarımla birlikte imzaya geleceğim. Oralardaysanız, beklerim... |
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |