BABA NERDESİN KAYBOLDUM X X X Yönetim ve senaryo: Ahmet Kahraman Öncesi-Sonrası Film yapımı |
Genç sanatçı Ahmet Kahraman’ın yazıp yönettiği bu ilk film, tümüyle doyurucu değil. Ama ilginç şeyler barındırdığı ve belki gelecek için umut verdiği de söylenebilir.
Film babasının ölümünden sonra evine dönen bir genç adamın öyküsünü anlatıyor. Aşkın, uzun süre sinema yapmaya çabalamış, ama başarılı olamamıştır. Ve birden kendisini, özellikle kaçındığı şeylerin ortasında bulur. Namazında-niyazında, kocasının ani kaybıyla çökmüş sinirli bir anne. Öğretmenlikte ilerlemeye çalışan, sevgi dolu, ama yine gergin bir kız kardeş.
Yine hepsi, özellikle de en yakını Ali hayli sorunlu bir avuç arkadaş. Giderek iyice tutulduğu bir genç ve özgür kadın bile ona umduğu desteği getiremeyecektir.
Film İzmir’in Bornova ilçesinde geçiyor. Ve bize yıllar öncesinin o unutulmaz Bornova Bornova filmini anımsatıyor. (Yıl: 2009/ Yazar-yönetmen: İnan Temelkuran. Niye devam etmedi ki acaba?) O filmle benzer temaları da var üstelik...
Bu temelde ‘egzistansiyalist- varoluşçu’ film, önceleri bir modern melodram gibi başlıyor. İncelik ve estetikle saptanmış İzmir görüntüleri önünde, genç bir insanın başına art arda gelen aksililikler, talihsizlikler, felaketler. Ters bir bürokrasi, anlayışsız bir polis, sırtlan gibi bir bankacılık sistemi. Ve arkadaşı Ali’yle birlikte ancak bir ritüel haline gelen içkiyle (birayla) avunan, mutsuz bir genç adam.
Ama güzellikler de var. Ve onlar sonuçta öne çıkar gibi oluyor. Annenin sevecenliği, kız kardeşin özverisi, kahve dostlarının desteği. Uçukluğu ve modernliği içinde onu yürekten sevdiği anlaşılan Oya. Daha ne istenir?
Ama Aşkın bunlara yaslanmayı beceremiyor. Bir yandan sürekli andığı babası ve çocukluk anıları (Gerçi babayı hiç görmüyoruz;). Öte yandan birden ortaya çıkan ‘şehvet düşkünlüğü’ ve bu yüzden o harikulade kadını kaybetmesi.
Bu kimi anma bölümleri gibi biraz flu hikaye, aslında iyi bir sinemayla anlatılmış. İzmir’in panoramik görüntüleri, özellikle de gece çekimleri. Hele o gece vakti upuzun bir sahil boyunca oturmuş eğlenen kalabalıkların görüntüsü. Ve yine unutulmaz bir bölüm: alabildiğine dolu bir gece kulübünde, Aşkın ve Oya’nın aşklarının en dramatik biçimde sonuçlanması. Gerçek bir ustalık.
Ve de o şiddet yüklü final bölümü. Her ne kadar filmin tümüyle ilişkisi tartışmalı olsa da, birden geliveren ve içerdiği vahşetle insanı şaşırtan bir bölüm.
Yine de film tümüyle doyuruyor denemez. Ana temaları tam belirmiyor ve hikayenin akışı bulanık. Oyuncular da biraz tartışmalı. En çok kadınları beğendiğimi söylemeliyim. İstisnasız hepsini...
Ama Aşkın’da Baran Akbulut, eğer film boyunca en az 20 t-shirt değiştirip bize bir defile sunmasaydı, belki daha inandırıcı olabilirdi. Ayni biçimde, bir grup serseri tarafından iyice dövüldüğü sahneden sonra yüzünde biraz yara-bere oluşabilseydi....
Ama o kahve müdavimleri, özellikle de o yaşlılar hiç fena değil. Yer yer kullanılan müzik parçaları da iyi seçilmiş.
Sonuç olarak sanırım ilginç bir yeni yönetmen geliyor. Meraklıları için, bu çıkışa tanık olmaya değer...
Yarın: TRANSİT