İşte sonunda bunu da yaptılar, bu marifeti de gösterdiler. Ve halkı bölme, yığınları birbirine düşürme, sermayenin ve rantın kapısını ardına dek açacağım derken sanatı, sağduyuyu ve iyi niyeti temsil eden insanlarla sermayenin vurucu gücü olmuş, öyle olmak zorunda kalmış insanları çatıştırma başarısını gösterdiler.
Moda herşeyi devleti elinden ve kamunun hizmetinden alıp özelleştirmek, bir diğer deyişle sermayeye teslim etmek ya...Elbette bu yolda ilerlemenin sonu yok!...
Ve Cumhuriyet’le yaşıt, hatta daha da eski olan birçok kurum, artık bugün kendilerini herzamankinden daha güçsüz ve zayıf hissediyorsa, adına Ak Parti denen kültür düşmanı iktidarın marifeti değil mi bu?
Bakınız, İstanbul’da tam 100, yazıyla yazalım, yüzüncü yılını kutlamakta olan eski Dar-ül Bedayi, yeni adıyla İstanbul Şehir tiyatrolarına...Bu heyecan verici, giderek muazzam yıldönümü, gerçekten uygar bir toplumda nasıl kutlanır, ne görkemli bir törene dönüşürdü...
Ama sizler, kutlama şöyle dursun, hergün en haşin tavrıyla dünyaya nizamat verme huyundan artık asla vazgeçmeyeceği bilinen baş muktedir de şöyle dursun, kültüre daha yakın olduğu varsayılabilecek kurumlardan ve kişilerden bu konuda herhangi bir hoş söz, bir iltifat, bir sevinç ve umut belirtisi, bir vaad veya müjde duydunuz mu? Kültür bakanlığı denen kurum tarafından bir ülkenin yüzyıla ulaşmış bir kültür kurumu kutlanmayacak da, ne kutlanacak? Ama bana dönüp de “sahi öyle bir bakanlık mı vardı?” diye sorarsanız...Haklısınız derim...
Bizimkiler uygar bir toplumda yapılabilecek olanın tam tersini yapıyorlar. Tiyatro alanında da elbette...Gelenekselleşmiş kurumları desteklemek veya iyileştirmek şöyle dursun, hallaç pamuğu gibi atıyorlar. Devlet Tiyatroları’nın başına gelen de aynı şey değil mi? Tüm bu kurumların belli ölçüde bağımsız ve sadece kültürel kaygılarla davranagelmiş yönetim kurumlarını yokedip, yerine her kuruma, herşeye karışıp buyuracak tek bir makam yaratma çabaları sürmüyor mu?
Aynı biçimde, geleneksel sahneleri de kapatıyor, değerli arazilerini ranta açmaya çalışıyorlar. İstanbul’da AKM gibi çok anlamlı bir yapı, gözlerimizin önünde çürüyüp gidiyor. Kapanan ya da battal edilen özel veya resmi sahneler üstüste yığılıyor: Karaca Tiyatro’dan Elhamra sahnesine, Taksim sahnesinden Alkazar sinema-tiyatrosuna, Şan sinema-tiyatrosundan Küçük Sahne’ye...
Ankara’da da aynı şey. Tarihi eskilere giden Şinasi ve Akün sahneleri, insafsızca sanatın elinden alınarak satışa çıkarıldı. Şimdi sıra Devlet Tiyatroları’na ait İrfan Şahinbaş Atölyesi’ne geldi. Kaç zamandır özel sektöre satıldığı söylenen bu geniş alanda oynanan çirkin oyuna, en son kan da karıştı. Macunköy’deki İrfan Şahinbaş Stüdyo, Sahne ve Atölyesi'nin yer aldığı tesislere güpegündüz baskın düzenlendi.
Araziyi alıp iş merkezi-AVM yapmak isteyen inşaat firmasının çalışanları, ihtilaflı bölgeye çit çekmek istemiş. Bu konu mahkemelik olduğu ve mahkeme Devlet Tiyatroları lehine karar verdiği için, tiyatronun güvenlik görevlileri duruma müdahale etmiş.
Bunun üzerine, firma çalışanı olduğu söylenen yaklaşık 50 kişilik bir grup atölye arazine girmiş, görevlilerle sahne çalışanlarına saldırmış. Dört görevli feci şekilde dövülmüş, burunları kırılanlar olmuş. Kadın güvenlik görevlisi Sibel Özbilge kalp krizi geçiririp hastaneye kaldırılmış, hayati tehlikesi sürüyor.
Daha sonra, kurumun avukatı Ahmet Duruekici ile kooperatif yetkilileri arasında da tartışma yaşanmış. Ve yaşananlar, güvenlik kameraları tarafından saniye saniye görüntülenmiş. Görüntülerde inşaat alanından gelen grubun araziye girmesi ve bir kişinin belinden silah çıkarıp ateşlemesi de var.
Ve bu arada bir küçük mucize olmuş. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Devlet Tiyatroları güvenlik görevlilerinin darp edilmesine sert tepki göstermiş ve yakından takip ettiğini belirtmiş. Bakanın ilk kez sanatın yanında yer alıp kendi çalışanlarına arka çıktığını görüyoruz. Hayret!..
Olayın çirkinliğini görüyor musunuz? Bir kamu kurumuna sermayeci kuruluşun kaba gücü, en haşin biçimde, elinde silahla saldırıyor. Konu, korunmak istenen kamuya ait bir kültür yuvasıyla, oraya elbette daha çok para getirecek bir ticari yapı dikmek isteyen özel sektörün çatışması. Onları orada kapıştırmayı başaran iktidar utansın!...Vallahi, böylesi ABD’deki vahşi kapitalizm döneminde bile görülmedi, Upton Sinclair’in Şikago Mezbahaları’nda bile anlatılmadı. Oralarda da benzer şeyler oldu. Ama böylesi güpegündüz ve açıkça değil, perde arkasında, gizliden gizliye...
Peki ama, bu hale nasıl geldik? Yargı kararlarına rağmen, Cumhuriyet’in başkentinde, Vurun Kahpeye’yi andıran gerici ve üstelik bu kez paranın kokusuyla da sarhoş kaba kuvvet, nasıl böylesine eylemler yapabiliyor? Ve çağdaşlaşma yolunda gittiği söylenen Türkiye, Soma maden olayında da belirdiği gibi, vahşi kapitalizmin en acıklı günlerine geri dönüyor?