Atilla Dorsay

02 Ağustos 2019

Katolik Kilisesi’ndeki taciz olayları üzerine sanki bir belgesel

İçerdiği psikoloji ve felsefe bazlı gerilimin yanı sıra, filmin getirdiği kurumsallaşmış din üzerine yeniden düşünme fırsatı da az şey değil

YÜZLEŞME
X X X 1/2

Yönetim ve senaryo: François Ozon
Görüntü: Manuel Dacosse
Müzik: Evgueni Galperine, Sacha Galperine
Oyuncular: Melvil Poupaud, Denis Menochet, Swann Arlaud, Eric Caravaca, Josiane Balasko, François Marthouret, Bernard Verley, Aurelia Petit, Julie Duclos

Fransız filmi

François Ozon kuşku yok ki Fransız yönetmenlerinin en önde gelenlerinden... 1967 doğumlu sanatçının 1988’den başlayarak önceleri birçok kısa film yaptıktan sonra,1997’den itibaren ve Regarde La Mer- Denize Bakış’la açtığı uzun filmler kariyeri her sinefilin belleğinde durur. Aralarında Sitcom, Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları, belki başyapıtı olan Kumun Altında, 8 Kadın, Havuz, Veda Vakti, Ricky, Evde, Genç ve Güzel, Yeni Kız Arkadaşım, Frantz vb. birbirinden ilginç filmler bulunan...

Son Ozon filmi diğerlerinden kesinlikle farklı. Film genelde sanki bir belgesel gibi. Aslında değil elbette; çünkü film birçok ilginç ve yetenekli oyuncunun da büyük katkısıyla, bizlere Katolik Kilisesi’nin ezeli sorunlarından birini, belki en önemlisini anlatıyor: Yaşlı papazların önleyemedikleri cinsel dürtüleriyle genç çocuklara sulanması; onları cinsel arzularının hedefi haline getirmesi...

Böylece her din gibi insanı yüceltmek, erdemlerini geliştirmek ve mutlu kılmaya yönelik olması gereken Hristiyanlığın ve onun en önemli kilisesinin sayısız genç insanı o yaşlarında, beden ve ruh olarak sömürüp mutsuzluğa mahkum etmesi. Belki etkisinden hiç kurtulamayacağı, tüm hayatı boyunca sürecek biçimde...

Son yıllarda bu konuda patlak veren skandallara dayanarak yaratılan filmde, bu durumun en görkemli ve en patırtı koparan davası ele alınıyor. Uzun süre sonra hepsi de zamanında tacize uğramış birçok erkek, yaklaşık 20 yıl sonrasında, bunun hesabını sormaya girişiyorlar. Aralarında özellikle üçü giderek daha öne çıkıyor, birbirleriyle geç de olsa tanışıyor ve bu olayı bir büyük hesaplaşma haline getiriyorlar.

Yalnızca o hâlâ iş başındaki sapık din adamıyla değil. Zamanında onu sorgulamayan, yargılamayan ve bünyesinden atamayan kilise kurumuyla da... İşini aynen, hatta daha da yükselerek sürdürmesi, kolayca yeni avlar bulacağı tatil kamplarına hâlâ gönderilmesiyle süregelen biçimde...

Bu konuda kişiler ve makamlar arasında sürekli yazılan mektuplar, dava süreci ve olayların kamuoyuna yansıması fonda sürekli olarak okunup anlatılıyor. Ve birçok yerde eylemin ve hareketin yerini sözcükler ve metinler alıyor.

Ayrıca kurbanların hepsi değilse de en azından kimileri –özellikle da baş kahramanımız- bu olayı ve durumu ailesiyle, hatta çocuklarıyla bir araya gelerek açıkça tartışıyor, fikir alıyor. Bizim toplumumuzda pek rastlanamayacak biçimde, daha çok Batı toplumlarına özgü bir tavırla...

Tüm bunlar sonuç olarak, başta dediğim gibi, filme tam bir belgesel havası veriyor. Bu yöntem yer yer belli bir durağanlık ve sıkıcılık yaratsa da, sonuç olarak böyle önemli bir olayı tüm ayrıntılarıyla öğrenip kavrıyorsunuz.

Ve onca olaydan sonra, kalabalık içinden seçtiği güzel bir çocuğu elinden tutup kapalı bir mekana sokan yaşlı rahip görüntüsü gelip gerçekten de yüreğinizi dağlıyor.

İçerdiği psikoloji ve felsefe bazlı gerilimin yanı sıra, filmin getirdiği kurumsallaşmış din üzerine yeniden düşünme fırsatı da az şey değil. Ve bu yanıyla ayrıca önemsenmeli.


YARIN: FAST&FURİOUS: HOBBS VE SHAW