Grand Kartal Otel
Kartalkaya olayında hayatını kaybedenlerin sayısı her gün artarak 78 kişiyi buldu. Böylesine toplu bir ölüm olayını uzun zamandır yaşamamıştık. Aslında şiddete alışık bir toplumuz; onca savaş yaşamış... Gerçi en belalısı olan İkinci Dünya Savaşı’na o dönemdeki siyasetçilerimizin becerisi sayesinde bulaşmamıştık. Hepsinin ruhu şad olsun... Ama onun dışında savaş, şiddet, kitlesel ölüm gibi olaylar, tarihimizde ve çağımızda yabancı olduğumuz şeyler değil.
Son dönemde çok acı olmakla beraber daha bireysel facialara tanık olmuştuk. Milletçe bizi üzen Narin çocuk olayı gibi...Ve aylar boyu Narin ve ailesinin hikâyesini adım adım izlemiştik. Ardından başkaları geldi. Ya da farklı bebek veya hastane olayları... Yapay diziler veya serilerden daha etkili oluyorlardı toplumun büyük kesimi için...
Ama Kartalkaya olayı hepsinin üzerine geldi. Eski deyimle her şeye tuz-biber ekti. Hem de tam okulların tatile girdiği bir dönemde, Anadolu’nun göbeğinde devasa bir otele; böylesi bir olay için uzun zaman ideal sanılmış bir yapının içine ailecek, çoluk-çocuk gelen bir kitle, bir gece yarısında kendisini alevlerin içinde buldu. Ve her gün biraz artan sayılarla sonunda -ve şimdilik- 78 insan can verdi. O ailelerin her biri oraya mutlu birkaç gün geçirmek için gitmişlerdi. Onun yerine kendilerini ölümün kucağında buldular.
Ve adına ortak vicdan denen, asgari ölçüde uygar her toplumun sahip olduğu o olay bizde de patladı. Öylesine ki, birçok konuda ayrılmış, siyasette bölünmüş, gündelik hayatta kavgacı toplumumuz, bu konudaki büyük matemde birleşti. Böylesine bir kitlesel ölüm, sanki toplumumuzu inanılmaz biçimde birleştirdi: aynı ya da en azından benzer kaygılarda; sanki aynı zamanda akıttığımız gözyaşlarında... Gerçi her an ölüm sayısı artıyor, hayatını kaybeden her vatandaşın veya ailenin özel dramı ortaya çıkıyor. Ve her bireysel veya ailesel facia yüreğimize oturuyor: Gazetelerin hemen tüm sayfalarını; medyanın tüm saatlerini doldurarak...
Evet, bu artık yakın tarihimize damga vuracak bir olay oldu. Elbette kimse istemez, böyle bir olayın birleştiriciliğini… Keşke hep zaferlerle, başarılarla, kazançlarla, iyilik ve hayırla birleşsek... Ama tüm dünyayı neredeyse bizim kadar üzen faciada öyle olmadı. Keşke bu olayın şimdi birer-ikişer ortaya dökülen tüm hatalarından gereken dersleri alabilsek; böyle yerler için gereken tüm önlemleri uygulayabilsek…
Ve benzer önlemleri trafikten gündelik hayata, ekonomiden eğitime, tarihi ve geçmişi korumaktan doğaya saygıya her alanda alabilsek... Keşke bu unutulmaz facia bize içerdiği tüm dersleri verebilse... Keşke keşke...
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |