BÜYÜK AÇIK / The Big Short X X X Yönetmen: Adam McKay |
Hollywood geçmişinde geniş kitle için sevimsiz, giderek kolay anlaşılmaz olan bir alana, finans ve ekonomi konularına eğilmiş tek sinema sayılabilir. Kapitalizmin ağababası olan bir ülkede hiç de şaşılmayacak bir şey!...
Kendi adıma daha 50’lerde Executive Suite- İhtiras Halkası filminden başlayarak Sydney Pollack’ın The Firm- Şirket, Oliver Stone’un Wall Street- 1 ve 2, Martin Scorsese’nin The Wolf of Wall Street- Para Babası gibi filmleri hatırlıyorum. Elbette Michael Moore’un alaycı belgeseli Kapitalizm- Bir Aşk Hikayesi’ni de…
Ama ilginç bir raslantıyla ayni hafta çıkan son iki film, sermaye ve emek ilişkisiyle kapitalizmin farklı yüzleri üzerine hayli iddialı gözüküyor. İlki olan Büyük Açık, sırtını herdaim çekici olan, kapitalizmin yuvası ve Amerikan sisteminin başkenti Wall Street’e dayarken, ikincisi Joy daha çok taşradan beslenen saf bir kapitalist zihniyeti ve onun himayesi altında oluşan bir tür masalı işliyor.
2000’li yıllarda ABD’de konut sektörünün inanılmaz biçimde denetimsiz ve başıboş kalmış durumu, sonunda bu sektörün tümüyle çöküşüne ve kendisiyle birlikte Wall Street’in kimi en büyük firmalarının da iflasına yol açmıştı: Morgan Stanley ya da Lehman Brothers gibi…
Film, gerçek olaylara belli ölçüde bir fantezi katarak, bu durumu önceden sezen üç mali uzmanın ve onların kuyruğuna takılan bir grup genç Wall Street dehasınıın öyküsünü anlatıyor. Eksantrik, tuhaf ve içedönük yatırım uzmanı Michael Burry (karikatüre yakın bir kimlik çizen Christian Bale), Deutschebank’ın beyinlerinden Jared Vennette (olgunlaşmış bir Ryan Gosling) ve genel olarak Amerikan finans alanında dönen dolaplardan midesi bulanmış idealist maliyeci Mark Baum (yine tümüyle kendisini dönüştürmüş bir Steve Carrell), olayı seziyorlar. Ve herbiri yaklaşan felakete karşı kendince tavır alıyor.
Bu ustaca yazılıp yönetilmiş filmde aralarında Brad Pitt’den Tracy Letts’e, Marisa Tomei’den Melissa Leo’ya ilginç yüzlerin yer aldığı zengin bir kadro var. Ancak film temel bir kusur içeriyor: hikayesini öylesine incelikli bir ekonomi tabanına ve özel bir mali jargona yaslıyor ki, sıradan seyircinin bırakınız ilgiyle izlemesi, olup biteni anlaması bile kolay olmuyor. Oysa andığım tüm filmler, bu özel alanı kitleye açmakta daha cömert davranmışlardı.
Yine de, ekonomi denen o ummana, çağımızı gerçek anlamda yönetenlerin dünyasına dalmak ve kapitalizm denen ‘canavar’ üzerine birkaç şey daha öğrenmek isteyenler büyük ilgi duyabilir. Bunca yetenekli oyuncuyu birarada izlemenin zevkine ek olarak…
Her şey insanla, onun zekası
ve yaratıcı gücüyle başlar…
JOY X X X 1/2 Yönetim ve senaryo: David O. Russell |
Haftanın Amerikan usülü kapitalizm üzerine ikinci filmi, Büyük Açık kadar iddialı, hünerli ve zekice bir film değil belki…Ama seyirciye çok daha sempatik geleceği kesin.
Böylece tipik bir TV melodramı ile başlıyor film…Abartılı saçları ve giysileriyle 1950’ler izlenimi veren bir büyük aile bireyleri, siyah-beyaz ekranda inanılması zor bir dramı canlandırıyorlar.
Yıllar sonra, ekran karsışındaki genç Terry evli, ama kocasından yaşayan bir kadın olmuştur. O ağlak melodram ise hala sürmektedir: bu kez renkli olarak!…
Artık iyice içine kapanmış ve ekranın tutsağı olmuş Terry’nin her şeyi bilip sezen annesi Mimi, ailenin temel direğidir. Torunu, hikayenin asıl kahramanı Joy’un öyküsünü onun ağzından dinleriz. Daha çok küçükken kağıttan oyuncaklar ve aletler yapan, sıradışı resimler çizen Joy’un günün birinde bir yaratıcı veya sanatçı olacağı bellidir. Ama nasıl ve hangi koşullarda?
Bu arada ev işgal altındadır. Çünkü Terry’nin bir iş adamı olan eski kocası Rudy, <st1:country-region w:st="on">mali açıdan zor bir dönem geçirdiği için kapağı oraya atar. Buna Joy’in yine bir tutkuyla evlenip çabucak boşandığı şarkıcı Latin kocası Tony; Rudy’nin bir çöpçatan sitesinden bulup tavladığı zengin dul Trudy (evet, kaderin birleştirdiği Rudy ve Trudy!) de katılır. Elbette bu çeşitli evliliklerden olan çocukları, yani bir dördüncü kuşağı da unutmadan!...
Özetlemeye çalıştığım (ve ancak görünce anlaşılacak) bu hengame, aslında işin fasadıdır. Arkada ise bir büyük sanayi kırallığının öyküsü yatar.
Çünkü Joy, hemen tüm ailenin, ayrıca raslantıların ve kaderin de katıldığı bir büyük ve düşman cepheyi yenerek ve onun çıkardığı zorlukları aşarak, o inanılmaz hayal gücünden fışkıran buluşları birbiri ardına hayata geçirir: bir “mucizevi mutfak süpürgesi!” ile başlayarak…Ve giderek bir büyük imalat imparatorluğu kurulur
Böylece film Büyük Açık’ın Wall Street manzarasının yerine ABD’de (ve her ülkede) sanayinin ve ekonominin temeli olan yaratıcı insan gücünü ele alır. Ve de yüceltir. Gerçekten de insanoğlunun yaratıcılığı, zekası, inadı ve sabrı olmasaydı…En büyük sermaye bile ne işe yarar, o çark nasıl döndürülebilirdi? Her şey aslında birey düzeyinde ve insan ölçeğinda başlamıyor mu?
Bu mesajı çok klasik mi buldunuz? Belki haklısınız. O zaman filmin iki önemli ögesine dikkat buyrun. Biri, günümüzde adına TV dizisi denen şeyin kitle üzerindeki büyük etkisi. Öbürü ise kapitalizmin yine ayrılmaz bir parçası olan satış ve reklam dünyası. Ki film bu alanda sinemanın şimdiye dek yaptığı en keskin alayı ve en sağlam eleştiriyi içeriyor.
Üç Kıral, Döğüşçü, Umut Işığım, Düzenbaz gibi birbirinden güzel filmlerin yönetmeni David O. Rusell yine iyi bir iş çıkamış. Ve o kadro…Artık izlenmesi hep gerçek bir keyif olan Jennifer Lawrence yine harika.
Ve çevresini saran, kimilerini özlediğimiz o büyük oyuncular: Bradley Cooper, Robert De Niro, Isabella Rossellini, Diane Ladd, Virginia Madsen...Hepsi tam rollerini buluyor, hikayeye dört elle sarılıyor ve bize güzel anılar bahşediyorlar.
Yarın: CREED- EFSANENİN DOĞUŞU