Atilla Dorsay

15 Eylül 2022

İstanbul'da geçen 'cinli-perili' bir masal

Bu çağdaş masal, bu özgün fantastik örneği, bir yabancı yazarın "Yetişkinler için bir uyuma öncesi masalı" diye adlandırdığı bu film, tüm özellikleriyle izlenmeyi hak ediyor

ÜÇ BİN YILLIK BEKLEYİŞ

X X X

(3000 Years of Longing)

Yönetmen: George Miller
Senaryo: George Miller, Augusta Gore, A. S. Byatt
Görüntü: John Seale
Müzik: Junkie XL
Oyuncular: Tilda Swinton, İdris Elba, Pia Thunderbolt, Berk Öztürk, Anthony Moisset, Alyla B rowne, Sage Mcconnell, Abel Bond, Agani Geçmez, Ayantu Umsan, Lianne Mackessy, Harlan Norris, George Zammitt, Feride Eralp, Khoury Matthew, Kaan Güldür, Berk Öztürk, Botan Özer, Burcu Gölgedar, Oğulcan Arman Uslu, Ece Yüksel, Melissa Kahraman

Amerikan filmi, 2022

İşte haftanın filmleri arasında son derece farklı, radikal biçimde değişik, her türe çekilebilecek, neredeyse kendisi başlıbaşına bir tür yaratabilecek özgün bir film. Yer yer çarpıcı görselliği, yer yer getirdiği düş kırıklarıyla, iyisi ve kötüsüyle herhalde görülmesi gereken bir film. Hele tüm filme ön ya da arka planda, ama sürekli yansıyan İstanbul'u düşününce... Biz Türkler için bir 'must' olduğu açık...

Amerikalı bilim insanı doktor Alithea Binnie önemli bir konferans için İstanbul'a gelir. Ama orada hiç beklenmedik bir şey olur: Kapalıçarşı'dan aldığı Çeşm-i Bülbül bir kutudan birden bir dev fırlar!.. Gerçek bir Cin, üstelik siyahi... 

Ama tarih ve mitoloji uzmanı profesör gık demez. Çünkü tüm hayatı bilimin en çapraşık, tuhaf ve sürprizli yanlarını araştırmakla geçmiştir. Ve devimiz, boyutlarını biraz küçülterek, kadınla önce antik Yunanca, sonra İngilizce konuşunca (devin her dili konuşma yeteneği vardır!) iyi bir diyalog kurarlar. O içine kapandığı kutudan gerçek anlamda çıkıp özgürlüğüne dönmek ister. Bunun baş koşulu da -birçok masalda bilindiği üzere- Alithea'nın ona üç dilek sunması ve onun da bunları yerine getirmesidir.

Ama ilişkileri kolay değildir. Çünkü bir yandan İstanbul'daki onca işi arasında Alithea'nın ona ayıracak çok zamanı yoktur. Öte yandan o "üç dilek" meselesi, birçok masaldaki gibi, yanlış yöne gidebilir.

Bunun üzerine ikisinin tam olarak yaklaşması için, sevgili siyahi Cin'imiz ona geçmişini anlatmaya başlar: Kaldıkları otel odasında (Pera Palas?)... Çünkü kendisi kim bilir kaç yüzyıldır (bir yerde 2500 yıl lafı geçer!), bir bölümü orada, yani Osmanlı'nın başkenti İstanbul'da olmak üzere, ne maceralar yaşamamıştır ki... Böylece bir yandan uzakta eski başkentten Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Boğaz yalıları, Pera Palas vb. seçkin ve çok iyi seçilmiş görüntüler perdeye yansırken, Kapalıçarşı'nın da tam 12 sokak ve 4 bin dükkan içeren bir küçük ülke olduğunu öğreniriz!..

Böylece o tarihin, hatta daha eskisinin kimi olay ve kişilerini hatırlarız. Örneğin Cin'in bir zamanlar Saba Melikesi Belkis'e tutulduğunu ve yaşadığı büyük aşkı... Kanuni Sultan Süleyman'la ve onun veliahtıyla tanışmasını... Hürrem ve Kösem Sultan'la karşılaşmasını... 4. Murat ve kardeşi İbrahim'le ilişkilerini... Hele İbrahim'in karmaşık siyasal nedenlerle hapse tıkılması ve yanına (filmde saydım) tam 13 devasa şişman hatun verilmesi. (O kadar öylesine şişman kadını nerden bulmuşlar, bilemedim!)

Böylece film uzun diyaloglara dayalı, naif ve tarihsel bir masala, öte yandan gerçek bir aşka dönüşmeye başlar. Bu çok farklı iki yaratık arasında cinsel bir çekim ve şehevi bir uyum olabilir mi? Öylesine olabilir ki... Burası Şark'tır, bir 1001 Gece Masalları diyarıdır. Ve bu tuhaf ve özgün hikâye de bu dekora gayet iyi oturur.

Yönetmen, Avustralyalı George Miller 1970'lerden beri çalışıyor. İlk Mad Max filmi 1979'da gelmiş. Ardından bir seriye dönüşmüş: 1985 ve 2015'teki devam filmleriyle... Ayrıca The Witches of Eastwick, Lorenzo's Oil, Babe, iki filmlik Happy Feet- Mutlu Ayaklar serisini çekmiş. Yakında yeni bir Mad Max ve Furiosa adlı iddialı bir proje geliyor. Az, ama öz çalışmış ve hep şaşırtmış bir yönetmen...

Oyuncular da çok önemli. Öncelik ve özellikle iki baş oyuncu. Tilda Swinton. 1960 doğumlu, sanat sinemasının en büyük kadın oyuncularının başında gelen, batılıların 'ikonoklastik' diye adlandırdığı bu kadın, gerçekten burada da harika bir oyun veriyor. Yaşını beli etmeden; kimi zaman daha yaşlı, kimi zamansa çok daha genç gözükerek... O bornozlu sahneleriyse aklımızdan kolay çıkmayacak.

Benzer şeyler İdris Elba için de söylenebilir. 1972 doğumlu oyuncu, perdede siyahi karakterlerin en ünlü isimlerinden biri oldu. Öylesine çalışkan ki... Sayısız TV dizisi, sinemada özellikle Thor ve Avengers serileri. Ve şimdi de mükemmel bir Cin... Bravo İdris!..

Bizim için ilginç olan bir başka şey, filmde Osmanlı döneminde geçen sahnelerde sık sık Türkçe konuşulması... Bu yüzden birçok Türk oyuncusu da var. Ben jenerikte hemen hepsini anmaya çalıştım. Onlar da filme önemli bir katkıda bulunmuş denebilir.

Evet, sonuç olarak bu çağdaş masal, bu özgün fantastik örneği, bir yabancı yazarın "Yetişkinler için bir uyuma öncesi masalı" diye adlandırdığı bu film, saydığım tüm özellikleriyle izlenmeyi hak ediyor. Özellikle son dönemde cinli-perili filmler yapmaya merak saran yönetmenlerimiz kaçırmasın!..


YARIN: MOONAGE DAYDREAM

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Sonbaharda Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adıyla yeni kitabı okurla buluşacak. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...