ÖZGÜRLÜĞÜN SESİ: BİLAL X X X Yönetmen: Khurram H. Alavi, Ayman Jamal |
Canlandırma sineması ‘şark kültürü’ne de el atmıştır. Disney, sonra Pixar gibi şirketlerin 1001 Gece Masalları, Alaaddin, Ördek Şehri-Kayıp Lambanın Sırrı gibi filmleri hatırlanabilir.
Yakın zamanda Suudi Arabistan desteğiyle Dubai’de kurulan ve Ortadoğu’nun ilk ve şimdilik tek canlandırma sinema yapımcısı olan Barajoun Entertainment’ın 2015 yapımı (ve bize ancak gelen) ilk filmi Bilal, bizlere İslam aleminin en ilgiye değer kişiliklerinden Habeşistanlı Bilal’in öyküsünü anlatıyor.
Tam adıyla Bilal İbn Rabah, 581- 641 yılları arasında yaşamış. Özgün yazılışıyla Bilal-i-Habeşi, Hazret-i Muhammed’in ilk ‘tebliğ’ yıllarında Mekke’de yaşayan kavim ve kabilelerin temsil ettiği “şirk toplumu”nun ve onun yine hala varolan kölelik sisteminin bir üyesi. Ve bir kurbanı.
Mekkeli ‘müşrikler’, başlarında Ebu Cehil olduğu halde bir hırslı tüccarlar ve ‘büyücü doktorlar’ birliği. Peygamber’in öğretisini es geçiyorlar: çünkü gözlerini sadece para, mevki ve makam hırsı bürümüş.
Ustalıkla verilmiş o çöl ikliminde, harika atların, nazlı develerin, yüksekten uçan kartalların, yılan ve böceklerin diyarında, insanlık da tarihinin en ilginç dönemlerinden birini yaşıyor. Bu, en son dinin yerleşme ve yayılma serüvenidir. Ne yazık ki tıpkı Osmanlı tarihi gibi iyi bilmediğimiz ve kulaktan dolma bilgilerle geçiştirdiğimiz..
Bilal’i 7 yaşında bir çocukken tanıyoruz. Yanık teni, iri gözleri, kıvırcık düz saçları ve delici bakışlarıyla...Güzel bir Habeş prensesinin rengi nedeniyle köle olmuş oğlu, kızkardeşi Ghufaure’yi hep koruyor. Ve Ebu Cehil’in has adamı Ümeyye’in kendi yaşındaki oğlu, onun gibi zalim Sawfa- Süfyan ile boğuşuyor.
Sonra büyüyorlar. Ve Bilal içten içe bu haksız kölelik sistemine başkaldırıyor. Peygamber’in tebliği onun da gözlerini açıyor. Çelimsiz bedenine karşın, savaşmayı da öğreniyor.
Ve yalnızca zorla yatırıldığı yerde göğsünün üstüne konan –ve üstelik Süfyan’ın da gelip oturduğu- dev bir kayanın altında ezilirken bile inancından vazgeçmemeyi becerirken, müminlerle müşrikleri karşıkarşıya getirecek ve İslam’ın yerleşmesini sağlayacak savaşlara da katılıyor: Bedir ve Uhud.
Film ciddi bir yatırım ve çekimle kotarılmış: 3 yılı almış, Çoğu Disney ve Pixar’dan gelmiş 300’e yakın teknisyen katılmış ve toplam 30 milyon dolara mal olmuş.
Film animasyon tekniği açısından klasik bir yol seçiyor. Yani fantezi, biçimsel oyunlar, yeni estetik arayışlar filan yok. Klasik, ama son derece olgun ve inandırıcı. Bir dinin kuruluşu anlatılırken, böylesi daha iyi bir seçim.
Büyük ölçüde şiddet içermesi belki bir kusur. Gerçi tüm dinlerin mayasında ve kuruluş hikayesinde şiddet vardır. İslam’da haydi haydi...Ama en azından belli bir yaşın altında olanlar için seyri zor, hatta sakıncalı sayılabilir.
Buna karşılık büyükler için çok ilginç şeyler var. Genel bir bakış içinde İslam üzerine çok şey öğrettiği gibi, hiç değişmeyen kimi evrensel mesajlar da çok: özgürlüğün önemi, eşitliğin kaçınılmazlığı, adalet kavramının ve onu sağlayan hukukun tarihin akışı içindeki yeri gibi...
Filmde gerçekten harika bölümler de var. Kendi adıma, genç Bilal’in o şahane beyaz ata ilk kez bindiği bölüme bayıldım. O taşla işkence bölümünü de çok etkili buldum.
Ama film özellikle savaş sahnelerinde coşuyor. Ve zirveye çıkıyor. Bedir savaşında, sayıları 300 kadar olan (ve bizim elbette görmediğimiz Peygamber tarafından komuta edilen) Müslümanlarla Ebu Süfyan komutasındaki 1000 askerlik Kureyşlilerin çarpışması gibi.
Bu bölümlerde, baştaki ünlü ‘er dileme’ töreniyle birlikte, sanki diyelim ki Waterloo ya da Braveheart filmlerindeki savaşlar animasyon tekniğiyle yineleniyor. Ve haklı ve de inançlı olanın galibiyeti, görkemli bir görselliğe kavuşuyor. Hazret-i Hamza’nın, Ebubekir’in ve elbette Bilal’in büyük katkılarıyla...
İslam tarihine ayrıca Peygamber’in ilk müezzini olarak olarak geçen Bilal’in filmde duyulan sesi olağanüstü değil. Buna karşılık, finalde okunan ezan müstesna bir sestendi. Ve tüylerim ürperdi. Yine finaldeki Warrior şarkısı da harika.
Bizde başta Engin Altan Düzyatan olmak üzere Tamer Karadağlı, Ayça Bingöl, Volkan Severcan, Ayhan Kahya gibi adların katıldığı seslendirmenin de filme yakışan bir çaba olduğunu belirtmek isterim.
Bir ‘harika çocuk’ nasıl eğitilir?
DEHA (Gifted) X X X Yönetmen: Marc Webb Fox filmi |
Geçen İstanbul festivalinin en sempatik ve kitleye seslenebilecek filmlerinden biri sinemalarda.
Bu ayrıksı film, deha düzeyinde bir yeğeni olan bir adamın onu yetiştirme çabalarına eğiliyor. Florida’da deniz araçları onarımıyla geçinen Frank, 7 yaşındaki yeğeni Mary’nin olağanüstü zekasını, özelikle de matematik yeteneğini keşfediyor.
Okul yönetimi bu zekanın ‘ziyan olmaması’ için küçük kızı çok özel bir okula yollamayı öneriyor. Ama Frank üstün zekaların nasıl mutsuz olabileceğini bilmektedir: Hem kendi annesinden, hem de genç yaşta, en acı biçimde yitirdiği kız kardeşinden....
Ona göre çocuk için en iyi yol, normal şekilde büyümektir, sıradan çocuklarla birlikte eğitim almaktır. Gerisi ancak ilerde düşünülmelidir.
Ama araya büyükanne girecektir: torununun aynen kendisi gibi yetenekli olduğunu gören ve onu özel biçimde eğitmeyi savunan hırslı ve dominant bir kadın...Ve böylece tam bir savaş başlar.
Görüldüğü gibi çok değişik bir konu ve bunu işleyen kusursuz bir senaryo. Yazar ve yönetmen kadar, oyuncuların da katkısıyla oluşmuş inandırıcı karakterler oluşturma başarısı.
Gerçekten de odak noktasında bir çocuğun olduğu ve bir eğitim sorununun sağlam bir gerilim yarattığı bir filmi ne zaman, nerede gördünüz?
Frank’da yükselen oyuncu Chris Evans, Mary’de TV deneyimi olduğu bildirilen küçük Mckenna Grace, büyükannede yılların aktrisi Lindsay Duncan çok iyiler.
Ailenin ev sahibesi ve koruyucusu Papa’da ise Oscar ödüllü siyahi Octavia Spencer herzamanki gibi kusursuz. Ülkemizde gördüğümüz son filmi olan Shack’de Tanrı rolü oynayan (!) sanatçı için artık “o her rolün altından kalkar” demenin alemi var mı?
Demek ki özellikle ana-babalar için son derece öğretici, giderek düşündürücü bir film.
Yarın: KARANLIK GÖREV