Atilla Dorsay

10 Nisan 2015

İran’da sanki bitmeyen işkence

O nazlı demokrasi kuşu, ne zaman tüm dünyanın damlarına eşit biçimde gelip konacak?

 

ROSEWATER      X  X  X

Yönetmen ve seneryo:  James Wan
Görüntü: Bobby Bukowski
Müzik: Howard Shore
Oyuncular:  Gael Garcia Bernal, Kim Bodnia, Dimitri Leonidas, Haluk Bilginer, Shohreh Aghdasloo, Claire Foy, Goldshifteh Farahani, Numan Acar/ İngiliz filmi

 

 

Bu film yalnızca bir dönem İran’ının geniş bir toplumsal/siyasal manzarasını çizmekle kalmıyor. Aynı zamanda en demokratik vaatlerle yola çıktıkları halde sonunda diktatörlüğe, zorbalığa ve baskıya dönüşen veya dönüşmeye heves eden tüm rejimler için de önemli bir uyarı görevi yapıyor. Bu nedenle peşin bir alkış!...

Ama bunun tümüyle başarılı bir film yapmaya yetmediği de açık. Ne olursa olsun karşımızda örneğin bir dönemin Costa-Gavras filmleri (Z, İtiraf, Kayıp) ya da ABD’den Avrupa’ya birçok sinemanın parlak örneklerini verdikleri ‘hapishane ve hapishanede işkence’ motifli filmler arasında ön sıralara geçmesi mümkün olmayacak.

Film, ünlü News Week Amerikan haber dergisinin 2009 yılındaki başkanlık seçimi için İran’a yolladığı İran kökenli Kanadalı gazeteci ve TV kişiliği Maziar Bahari’nin serüveni üzerine kurulu. Orada seçime karıştırılan üçkağıtçılığı saptadığı ve bildirdiği için casusluk suçlamasıyla tutuklanmış, aylar boyu içerde kaldıktan sonra ancak açılan (ve en önde Hillary Clinton’un destek verdiği) uluslararası kampanya sonucu kurtarılabilmişti.

Bahari dört aya yakın süre yaşadıklarını Then They Came For Me: A Family Story of Love, Captivity and Survival adıyla kitaplaştırmıştı. Kitabı senaryoya dönüştürüp uyarlayansa bir sinema adamı değil, tanınmış İngiliz TV kişiliği, sunucu ve komedyen Jon Stewart olmuş.

Öncelikle filmin o döneme ait ve TV’lerin elinde bulunan belgesel malzemeyle dramatik çekimler arasında çok iyi bir denge kurduğunu ve bizi o yılın Tahran’ındaki yaşanan olayların yüreğine alıp götürdüğünü söylemek gerek. Öyle ki, filmin genel akışı, o belgesel bölümleri filmin en doğal bir parçası haline getiriyor.

Ama kimi kusurlar da var. Gerçek İranlı oyunculara karşın başrolün bir İranlı’ya değil de Latin Amerikalı Gael Garcia Bernal’a verilmesi, üstüne üstlük Pers dili yerine İngilizce’nin filmin ana dili olarak seçilmesi, otantiklik, gerçeklik duygusunu zedeliyor.

Ama bu duyguyu zedeleyen başka şeyler de var. Örneğin aslında iyi bir oyuncu olan ve bu rolünü de canla-başla yüklenen Gael Garcia Bernal’in o hapis ayları boyunca hemen hiç değişmemesi. Zayıflamak veya ezikleşmek biryana, sakalı bile doğru-dürüst uzamıyor!.. O işkence hücresinde tıraş olamayacağı ve de olmadığı açık, ama nasıl hep o birkaç günlük sakalla idare ediyor, gerçekten anlaşılmaz. Kahramanımız belki gerçekten de klasik anlamda bir işkenceden geçmedi. Ama hikâyede sık sık sözü edilen ‘kişiliği çökertme, bireyi umutsuzlaştırma’ operasyonları da pek göze çarpmıyor.

Bu eksiklere karşın, film yürüyor, hikâye temel politik mesajını verebiliyor. Babasına Şah döneminin Savak örgütünce işkence edilmiş, dik başlı kız kardeşi Meryem ise Humeyni döneminde tutuklanıp hapiste ölmüş bir adamın ayni akıbete uğramaktan kıl payı kurtulması, elbette örnek bir hikâye oluşturuyor; bir ülkede, üstelik tarihin en büyük uygarlıklarından birini kurmuş bir ülkede, kuşaklar boyu süregelen bu baskı ve işkence olayı nasıl mümkün olabilmiş?

Ve günümüz İran’ı ve elbette çağımızın tüm ülkeleri artık böylesine baskı rejimleri kurma, onları sayısız insanın mutluluğu, giderek hayatı pahasına ayakta tutma gayretlerine ne zaman son verecekler?

Ve o nazlı demokrasi kuşu, ne zaman tüm dünyanın damlarına eşit biçimde gelip konacak? Bu soruları bizlere yeniden sordurduğu ölçüde, bu filmi, kusurlarına rağmen, yine de bağrımıza basmamız gerekiyor belki...

 

Film Arası’nda Ermeniler

Aylık sinema dergisi FİLM ARASI, Nisan sayısını önemli bir konuya adamış; sinemada Ermeniler. Gökşen Aydemir’in hazırladığı dosyada çeşitli makaleler, söyleşiler ve soruşturmalar yer alıyor. Dilara Balcı Gülpınar’ın Yeşilçam’da Ermeniler Vardı yazısı eski filmlerdeki Ermeni, Rum, Yahudi karakterlerini, Nubar Terziyan gibi tanınmış Ermeni oyuncuları ya da yönetmenleri hatırlatıyor; Dr. Alşevir Alyanak, Aram Gülyüz, Nişan Hançeryan gibi...

Alin Taşçıyan’la uzun bir konuşma, sevgili Alin’in gözüyle hem dünya sineması içindeki Ermeni varlığına, hem de bu ülkede Ermeni olma durumuna eğiliyor. Gökşen Aydemir, Ermeni sinemasının Dünü, Bugünü ve Yarını’nda Sovyetler döneminden günümüze Ermenistan’da yapılan sinemacılığı irdeliyor.

Azınlık konularında Salkım Hanımın Taneleri ve Güz Sancısı gibi iki önemli film yapmış olan yönetmen Tomris Giritlioğlu’yla söyleşi, Murat Ata imzalı Kaldırın Artık Şu Lanet Sınırları, Janet Barış imzalı Sınırın İki Yakasından 1915 yazıları, Ali Can Sekmeç’in kapsamlı Nubar Terziyan portresi ve birkaç başka yazıyla birlikte, derginin bu sayısı kaçınılmaz bir arşiv belgesi oluşturuyor.

Başta CHP kimi partilerin azınlık ve de Ermeni vatandaşlarımıza listelerde yer verdiği günlere denk gelen bu sayının özel bir anlam kazandığını düşünüyorum.

Yarın: İstanbul Festivali’nden film notları