HAZİNE AVCILARI
(The Monuments Men)
Yönetmen: George Clooney/
Senaryo: Grant Heslov, G. Clooney
Görüntü: Phedon Papamichael
Müzik: Alexandre Desplat/
Oyuncular: George Clooney, Matt Damon, Bill Murray, Cate Blanchett, John Goodman, Jean Dujardin, Hugh Bonneville, Bob Balaban, Dimitri Leonidas, Justus Von Dohnanyi/ Columbia- Fox yapımı
Aslında ilginç bir konu, görkemli bir kadro ve işin başında, yönettiği bir avuç filmin içinde en azından Goodnight and Good Luck- İyi Geceler ve İyi Şanslar ve de The İdes of March- Zirveye Giden Yol’la takdirimizi kazanmış olan George Clooney. Ancak tüm bunlara karşın, sonuç olarak biraz düş kırıklığı yaratan bir film.
Film bir kitaptan yola çıkarak, ikinci dünya savaşının az bilinen bir olayına değiniyor. Savaşın ortalarından itibaren, tarihin büyük çılgını Adolf Hitler işgal ettiği Avrupa’daki en önemli tarihsel ve kültürel hazineleri toparlayıp Almanya’ya getirmek ve orada kendi adına açılacak bir müzede sergilemek amacındadır. 1943’lerden itibaren bu girişim hızlanır ve Avrupa’nın hem ulusal, hem de özel koleksiyonları yağmaya açılır.
İşgal altındaki her ülkenin ulusal belleği tehlikededir. Örneğin Fransızlar Louvre’daki hazineleri ne yapıp edip korurken, özel koleksiyonlar, bu arada ünlü Jeu de Paume müzesi teslim olur. Ayrıca Floransa ve (filmin hikayesinin içine giren) Belçika’nın eski Bruges ve Ghent kıliseleri de...
Sonunda ABD işin peşine düşer. Çünkü filmde altının iyice çizildiği gibi, en önemli olan insan hayatıdır. Ama çalınan hazineler de insanlığın ortak malıdır, tarihi ve belleğidir. Ve bunların çalınması, bu ortak tarihe karşı bir insanlık suçudur.
Böylece bir ‘kurtarma birliği’ oluşturulur. Aslında çok daha kalabalık (300 küsur kişi) olan, ama hikayenin içinde yedi kişiye indirgenen... Ünlü müzelerden gelen uzmanlar, eserleri tanıyan sanat tarihçileri. Ortak yanları, belli bir yaşın üzerinde olmalarıdır. Kaba bir savaş eğitimi alırlar, ama asıl işleri eserlerin izini sürmek ve bulduklarını kurtarmaktır. Takibe katılmasa da, Jeu de Paume’un gayet bilgili kadın küratörü Claire Simone da işe dahil olur. Ve perişan bir Avrupa’da kurtarma operasyonu başlar.
Kendi adıma hem savaş filmlerini seven, hem de kültür aşığı bir seyirci olarak filmden hayli keyif aldım. Ve genelde ilgiyle izledim. Ama bu çok görece bir başarı. Aslında iyi yazılmamış bir senaryonun ne kişilikler, ne de durumlar üzerinde derinleşmediği, böylesine bir hikayeden beklenen gerilimin yaratılamadığı, yönetiminse yer yer hayli laçka olduğu da gözüküyor.
Oysa hikayede hem doğal bir gerilim, hem de sanatın yüceliği ve insanlığa katkıları gibi temalar var. Daha özenli bir yaklaşım bunları oya gibi işleyebilir, en azından benzer bir öykü anlatan John Frankenheimer’in Tren filmine yaklaşabilirdi. Galiba George Clooney hep ve her zaman başarılı olmanın, her yaptığıyla alkışlanmanın bedelini ödüyor. Sanki işi oluruna bırakmış, başta kendisi zengin oyuncu kadrosuna aşırı güvenmiş. Oysa en müthiş bir kadronun bile bir filmi kurtaramadığı az görülmüş değil.
Yine de keyfinizi fazla kaçırmayayım. Film her şeye karşın, hikayesinin ilginçliği ve ana temalarının soyluluğu ile ayakta duruyor. İkinci savaşın nasıl bir cehennem, Hitler’inse nasıl korkunç bir diktatör olduğunu hatırlamak, insanlık ve sanat tarihinin önemli bir sayfasını öğrenmek ve nelerin nasıl kurtarıldığını görmek isteyenlere yeterince ilginç gelecektir.