İSKOÇYA KRALİÇESİ MARY X X X ½
Yönetmen: Josie Rourke
UİP dağıtımı |
Tüm büyük devletlerin tarihi ilginçtir. İnsanlığın gelişimi ve uygarlığın görkemli serüveni içinde tüm o devletler insan olmanın, toplum olmanın, birey olmanın bin bir yüzünü bize yansıtagelmişlerdir.
Ama hepsinin içinde İngiltere’nin yeri başkadır. Çünkü daha 13. yüzyılda (tam olarak 1215’de) onlar ünlü Magna Carta’yı ortaya koyarak, monarşilere ilk kez belli bir denetim getirmişler, insan haklarını söz konusu etmişler ve günümüzün demokrasi anlayışına görkemli bir temel atmışlardır. ‘Brexit’ olayının günümüzde bu denli gürültü koparması boşuna değil...
Ve tüm o gelip geçmiş hükümdarlar içinde Kraliçe Elizabeth’in yeri de bambaşkadır. Bu görkemli kadın, 70 yıllık yaşamının (1533- 1603) yarım yüzyıla yakınını tahtta geçirmiş, çağına damgasını vurmuştur. Ve perdede sayısız oyuncu tarafından canlandırılmıştır: Sarah Bernhardt, Flora Robson, Agnes Moorehead, Bette Davis, Glenda Jackson, Jean Simmons, Cate Blanchett. Ve daha kimler de kimler...
Elizabeth’in yine kraliyet ailesinden Mary ile ilişkisiyse artık Shakespeare’e ya da çağdaş dram sanatına yaklaşan yoğun, girift ve etkileyici bir serüvendir. İskoç Kraliçesi Mary Stuart diye bilinen o müstesna kadın, daha 16 yaşında Fransa’ya gelin gider: O yıllarda kraliyetler arasındaki bol eş alıp vermeleri geleneğine uyarak....Ama 18’inde dul kalır, ülkesine döner. Ve en azından İskoçya’nın kraliçesi olmak ister.
Ama büyük Elizabeth’in ülkesini böldürmeye hiç niyeti yoktur. Ve aralarında bir büyük mücadele başlar. Yalnızca siyasal değil; cinsellik, evlilik, annelik gibi özel alanlarda da... Hangisi ilk önce evlenip anne olacak, iki tahta da aday bir veliaht getirecektir? O yılların hoşgörülü cinsellik anlayışı içinde bile Mary’nin evlenmeye itildiği İngiliz soylusu bir ‘oğlancı’ çıkarsa ne olacaktır?
Ya da yine Mary’nin siyahi bir ‘gay’ müzisyeni mahremiyetine sokması nasıl karşılanacaktır?
Ve bu arada Elizabeth’in kimi aşk kaçamaklarına rağmen hiç evlenmeyip ‘Virgin Queen- Bakire Kraliçe’ unvanını kazanması nedendir? Acaba ‘iktidarı paylaşma korkusu’ denen şeyden mi?
İşte tüm bunlar ve başka şeyler. Sonuç olarak bu görkemli bir iktidar, hırs ve cinsellik trajedisine dönüşüyor. Evet, sivrilikleri ve ekstremleriyle dramı aşıp trajediye kayan bir hikâye. Bir erkekler dünyasında ayağa kalkıp, iktidar hırsının çevresinde odaklanan müthiş bir mücadeleye dalan iki kadının öyküsü, konuya kadın açısından görülmüş cinselliğin ve de anneliğin boyutlarını da katıyor. Ve olayı zenginleştiriyor.
Oyuncular Amerikan-İngiliz karışık olsalar da sonunda İngiliz oyun geleneği egemen oluyor. İngiliz kanı da taşıyan kadın yönetmen Josie Rourke, tiyatrodaki büyük başarılarından sonra ilk kez denediği sinemada gayet iyi bir sonuç almış. Ve John Guy imzalı Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart kitabının sanırım hakkını vermiş.
ABD doğumlu, ama İrlanda’da büyümüş oyuncu Saoirse Ronan, Mary’de olağanüstü. Margot Robbie de onca ünlüden sonra Elizabeth’de kendisini kabul ettiriyor. Hele o çiçek hastalığına yakalandığı sahnelerde... Tüm oyuncular, ayrıca görüntü ve müzik çabaları için de ayni şeyler söylenebilir.
Sonuç olarak özellikle tarih ve biyografi sevenler için kaçırılmaz bir film. Kadın seyircinin de erkeklerden daha çok seveceği söylenebilir.
YARIN: ÖLÜMCÜL LABİRENT