X X X X (The Guilty) Yönetmen: Antoine Fuqua Amerikan filmi, 2021. |
Netflix'te gösterilen son derece ilgiye layık bir film. Aslında yakın zamanda, 2018'de çekilmiş bir İsveç filmi olan Dan Skyldige (ki onun da tercümesi Suçlu oluyor) adlı yapımın yeniden çevrimi. Güstav Möller imzalı o film bizlere ulaşmamış, ama gösterildiği yerlerde hayli beğenilmişti. Hemen hemen aynı konuyu üç yıl sonra çekip ondan da iyi ve daha da beğenilen bir film yapmak nasıl bir iş oluyor? Tek sözcükle, başarılmış bir iş oluyor denebilir.
"Gerçek sizi özgür kılacak" cümlesiyle açılan film, önce California'da başlayan dev bir orman yangınını gösteriyor. Ekipler hemen koşuşturmuşlardır ve yangın film boyunca sürekli fonda kalarak gözümüze çarpacaktır.
Ön planda ise Joe Baylor'u tanırız. Dev ülke ABD'de binbir olaya koşmayı yüklenmiş bir acil serviste görevlidir. Sürekli telefon başındadır ve gelen şikayetleri, giderek feryatları faal (etkin) görev başındaki polislere bildirmek çabasındadır.
Joe sorunlu bir adamdır. Anlaşılan astımı vardır, sürekli ilaç alır. Eşinden boşanmıştır, en çok da küçük kızı Paige'i özlemiştir. Profesyonel hayatındaki büyük sorunu ise daha sonra öğreniriz.
Bu arada birçok olay arasından ona çok özel biri intikal eder. Bir kadın, Emily, çıldıran kocası tarafından arabayla kaçırılmıştır. İki çocukları, altı yaşındaki Abby ve daha küçük olan Oliver evde yalnız kalmışlardır. Emily feryat-figan polisten yardım bekler. O da hem kadına, hem de evde tek başlarına kalmış çocuklara yardım göndermek için umutsuz bir çabaya girişir. Umutsuz, çünkü yangını da hesaba katınca, o kadar polis bulmak kolay olmayacaktır.
Filmin hemen tümü ayni kapalı mekanda, o acil servis binasında geçiyor. Joe'den başka sadece etraftaki kadın-erkek birkaç memuru görüyoruz. Joe ise hayatla temasını sadece telefonla yapıyor: şikayetçiler, eşi ve kızı, arada arayıp Los Angeles Times gazetesi için haber isteyen kadın muhabir... En önemlisi, o şiddet olayındaki cellat ve kurbanları... Ama bu bence filmin bu tür kapalı mekan filmleri arasında en ön sıralara geçip yerleşmesini önlemiyor.
Özellikle Joe öylesine ilginç ve öylesine iyi çizilmiş bir karakter ki... Sadece seslerinden tanıdığı tüm o insanların dramını yüreğinde hissediyor; tüm yaşadıklarını sanki bizzat yaşıyor. Belki vaktiyle işlediği bir suçun vicdan azabından... Belki de gerçekten son derece iyi bir insan olduğundan...
Böylece gerçek şiddeti göstermeden duyuran, hissettiren bir film oluyor bu... Üstelik öylesine iyi yazılmış bir senaryosu var ki... Bu anlattıklarımla tüm filmi kavradığınızı sanmayın!.. Daha öylesine beklenmedik şeyler olacak, öylesine sürprizler yaşanacak ki... Yetenekli yönetmen Antoine Fuqua gerçekten de belki en iyi filmini imzalamış.
Biçim olarak da film kusursuz. Bol yakın çekimler, kimi zaman daha da yakınlaşıyor. Özellikle Joe'nun yüzüyle başlayıp sonra sadece gözlerine veya dudaklarına yoğunlaşan çekimler... Ve, elbette anladınız, film tümüyle tek bir oyuncunun, Jake Gyllenhaal'ın omuzlarında duruyor. Perdenin büyük oyuncularından, yönetmen Stephen Gyllenhaal'in oğlu, aktris Maggie Gyllenhaal'in kardeşi; Yahudi bir sanatçı aileden gelen 1980 doğumlu Jake, bu rolle sanırım bu yılki Oscar'larda mutlaka büyük şans sahibi olacaktır.
Filmin bir diğer özelliği de kimi 'yardımcı oyuncular'ın sadece sesleriyle yaptığı katkı. Az buz değil, bir animasyon katkısı da değil. O kimliğe dramatik bir gerçekçilik kazandıran roller. Ki aralarında Ethan Hawke, Peter Sargaard gibi tanınmış isimler de var.
Bence şu günlerde en görmeye değer filmlerden biri. 90 dakika boyunca ekrandan ayrılamayacağınızı garantilerim!..
Yarın: Drive My Car (Yetiştirebilirsem!)