X X ½ Yönetmen: Tufan Taştan İstanbul Digital Film, 2020 |
Tufan Taştan'ın yönetip senaryosunu Barış Bıçakçı ile yazdığı ilk uzun metrajı olan bu film, 2020 Kasım ayından beri dünya yolculuğunu yapıyor. Sen, Ben, Lenin dünya prömiyerini 43. Moskova Film Festivali'nde, Türkiye prömiyerini ise 40. İstanbul Film Festivali'nde yapmış. 32. Ankara Film Festivali'nde Ulusal Yarışma bölümünde en iyi senaryo ödülü alan film, İstanbul Festivali'nden jüri özel ödülü, 28. Adana Altın Koza Film Festivali'nden ise izleyici ödülüyle dönmüştü.
Polisiye, siyasal hiciv ve kara mizah türlerini harman eden film, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra gerçekten olmuş bir olaya dayanıyor. Komünizmin dünya çapındaki iflası, dev ülkede Lenin, Stalin gibi öncülerin heykellerine de darbe vurmuş, birçok yerde bu heykeller yıkılmış, bazıları ise Karadeniz'e atılıp gitmişti. Bunlardan biri, Akçakoca kasabasının kıyısına vuran Lenin heykeliydi. Köy sakinleri bu dev ahşap heykelle şaşkına dönmüş, herkes onu meşrebine göre farklı biçimde kullanmaya kalkışmıştı. Kimileri bu 'komünist kalıntısı'ndan bir an önce kurtulmayı planlarken, başta belediye başkanı olmak üzere başkaları onu yeniden dikip kente 'turistik' bir önem kazandırmayı hayal ediyordu. Eski solcular ise Sovyetler çökmüş olsa da komünizmin hâlâ ayakta olduğuna inanarak bunu siyasal bir eylem gibi görüyorlardı.
Ne var ki dikilişten sonra, başbakanın katılımıyla gerçekleşecek açılış töreninden hemen önce heykel çalınmış, bunun üzerine Ankara'dan görevlendirilen iki polis kasabaya gelip kayıp heykelin peşine düşmüşlerdi. İşte film bu olayın öyküsünü dile getiriyor.
Kabul etmek gerekir ki siyasal taşlama Türk sineması için çok nadir bir olaydır. Aslında mizahın her türünü, özellikle de edebiyat ve şiirde en iyi ustalarını yetiştirip en iyi örneklerini veren bir kültürümüz vardır bizim. Hep söylediğim gibi, burası Nasrettin Hoca'yı da, Aziz Nesin'i de yaratmış bir ülkedir. Ama sinemada en azından siyasal hiciv denen dala pek yanaşılmamıştır. Bu açıdan filmi bir yenilik olarak görmek ve baştan takdirle karşılamak yanlış olmaz.
Bu filmi fazlasıyla yermek doğru olmasa da tümüyle övmek de mümkün gözükmüyor. Geniş perdede, fondaki Karadeniz manzarasıyla oyalanmak hoş oluyor. Ama bu görüntülerin aynı zamanda son derece soluk, adeta pastel tonda olmasını ve bunun gözümüzü ters yönde yormasını bağışlatmıyor. Müzik fena değil, ama en iyisi yine de Edip Cansever'in şiirinden Barış Diri tarafından bestelenen ve Seyyal Taner tarafından seslendirilen Mendilimde Kan Sesleri şarkısı. Hoş döndün, Seyyal Taner...
Ama daha vahim olanı, film ve konu üzerine hiç bilgi sahibi olmayan seyircinin düştüğü/düşürüldüğü durum. O seyirci birden kendisini sürekli konuşan insanların yarattığı bir tiyatro atmosferinde buluyor. Ve sanırım son derece sıkılıyor. Kimi okur yargılarının belirttiği gibi... Keşke en sonda verilen "1991 yılında komünizm çöktü. Ve şöyle şöyle oldu..." bilgisi en başa konsaydı... Ve saf kalpler biraz bilgiyle yola çıksaydı... Ne iyi olurdu!...
Ama iyi şeyler de var. Bence bunların başında oyunculuk geliyor. Filmin kalabalık kadrosu öylesine sağlam bir takım oyunculuğu sergiliyor ki... Uzun zamandır böylesini görmemiştik!... Film boyunca perdeden eksik olmayan usta tiyatro ve dizi oyuncuları Barış Falay ve Saygın Soysal ikilisine özellikle şapka çıkarılır... Ayrıca kendi hesabıma Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon gibi isimlere bayıldım. Hepsini ne denli özlemişiz... Tüm diğerlerini de kutluyor ve bu görkemli işbirliğine saygılarımı sunuyorum.