Atilla Dorsay

07 Eylül 2019

İddialı bir korku filmi; ama aşırı iddia geri tepmiş!..

Korku özel bir duygudur, bir ekstrem ruh halidir.  Üç saat boyunca gülebilir, ağlayabilir, gerilebilirsiniz. Ama üç saat korkmak?

O- BÖLÜM 2
(It- Chapter Two)

X  X  ½

Yönetmen: Andy Muschietti
Senaryo: Gary Dauberman
Görüntü: Checco Varese
Müzik: Benjamin Wallfisch
Oyuncular: Jessica Chastain, James McAvoy, Bill Hader, İsaiah Mustafa, Jay Ryan, James Ransone, Andy Bean, Bill Skarsgaard, Javier Botet, Joan Gregson

Warner Bros filmi

İlk bölümü Eylül 2017’de karşımıza gelen It- O doğrusu korku filmi türünde hayli ilginç bir adım olarak karşılanmıştı. Ben de sevmiş ve X X X  vermiştim.

O yazımın başında dediğim gibi Stephen King’le sinemanın ilişkileri artık bir efsanedir. Sayısız film bu korku ustasının roman ve hikâyelerinden yola çıkmıştır. Aralarında Carrie- Günah Tohumu, The Shining- Cinnet, Kujo, Christine, Misery- Ölüm Kitabı, The Shawsank Redemption- Esaretin Bedeli, The Green Mile- Yeşil Yol, Hearts in Atlantis- Gizemli Yabancı, Secret Window- Gizli Pencere, The Mist- Sis gibi gerçekten unutulmazlaşmış filmler de olmak üzere.

Ama tüm bu filmler son on yılın gerisinde kaldı. Gerçi o hiç durmaksızın çalışıyor: Hâlâ birçok film, TV filmi veya dizisi ondan yola çıkarak yapılıyor. Ama pek önemlisi çıkmadı.

İşte O belki bunu değiştirecek. Ve King’in adı yeniden korku/gerilim türüyle birlikte anılmaya başlayacak. Bu etkileyici filmin seriye dönüşeceği haberi de bu yolu açıyor”.

Ve böylece iki yıl sonra devamı geldi. İlk filmin bize tanıttığı Derry kasabası, aslında kimi Amerikan yönetmenlerinin  o çok sevdiği “uğursuz taşra” dekoruna aitti. Bu kasabada 1989 yılında bir facia yaşanmıştı. Bir grup çocuk, evlerinde ev içi şiddeti, baba tacizi, ağabey dayağı, hatta cinayet gibi uğursuzluklar yaşarken, birden içlerinden birinin birden gizli bir güç tarafından yeraltındaki bir mahzene çekilmesiyle birlikte olay büyüyor, kaybolanlar artıyor ve hepsinin ardında ürkünç bir palyaçonun bulunduğu ortaya çıkıyordu.

Aslında bu uğursuz kasabada daha ilk kurulduğunda da benzer bir olay yaşanmış ve tüm kurucuları topluca kaybolmuş. Ama bu olayın her 27 yılda bir tekrar etmesine ne demeli?

Böylece bu yeni film ilkinden tam 27 yıl sonra, 2016’da geçiyor. Ve benzer olaylar başlıyor. Gençler büyümüş ve o travmalardan sonra tam bir ‘losers club- ezikler kulübü’ haline gelmişlerdir. Bu kez bir avantajları vardır: Ne de olsa hepsi birer yetişkindir.

Ama ah o palyaço!.. O Pennywise denen hayal-ötesi ürkünç yaratık... Onunla baş etmek kolay mıdır? Biri kadın olan 7 kahramanımız bu uğurda savaşacaklar ve ellerinden geleni yapacaklardır.

Film bu tür korku filmlerinin belki en iddialı olanı. Öncelikle süresiyle: Üç saate yakın... Gerçi ilki de kısa sayılmazdı: 135 dakikaydı. Ama bu 170 dakika. Bir kaynağa göre bir dönemde yapılan mini-dizi uyarlamasının hemen hemen tümü kadar... Ve bu kendini fark ettiriyor.

Aslında film bir tür korku filmleri antolojisi gibi tasarlanmış. Ya da bu türde bir üstün-yapım bile denebilir.

Yönetmen yine Andy Muschietti. Senaryo ise bu kez Gary Dauberman’a emanet edilmiş. Yani Annabelle veya The Nun- Hemşire filmlerinin yazarı. Böylece o (çok sevmediğim) filmlerle veya bir parça da Conjuring serisiyle oluşmuş bir yakınlık var.

Her bir karakter sanki tam adamına emanet edilmiş. Böylece bir korku filmleri yazarı olup hep romanlarının sonuyla eleştirilen (ki bir nota göre Stephen King de hep bu eleştiriye uğramış!) Bill’de özlediğimiz James McAvoy çok iyi. Ya da en çok Barry adlı (Dijitürk’de gösterilen) diziyle tanıdığımız Bill Hader’in Richie Tozier karakteri. Ki göründüğü her sahneyi dolduran, hem akıllı hem de komik olmayı başaran bir üstün oyunculuk. 

Ve de elbette Jessica Chastain. Tek ‘ezik kadın’da sanki pırıl pırıl parlıyor. Ve onca erkeğin arasında dişil bir gücü bize hissettiriyor. Palyaçoda ise yine Bill Skarsgaard var. Elbette tanınmaz halde...

Üstelik bir avantajı var filmin... İlk hikâyeyle arasında kurulan görsel bağ. Çünkü zaman zaman kişilerin çocukluğu da gösteriliyor. Ve bu görsel bağla sağlanan iki zamanlı anlatım, psikolojik bir doygunluk yaratıyor. Hikâyeye yararlı olan...

Ama yine de yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bu tür bir hikâye bu uzunluğu kaldırmıyor. Korku özel bir duygudur, bir ekstrem ruh halidir.  Üç saat boyunca gülebilir, ağlayabilir, gerilebilirsiniz. Ama üç saat korkmak? Türe olan (ve sanırım sadık okurlarımın bildiği) merakıma rağmen, ben sık sık ilgimi yitirdim ve bambaşka şeylere daldım.

Ve karar verdim: Benim en gözde Stephen King filmim hâlâ The Shining’dir. Ve en ürkünç palyaçom da Batman’daki Joker.   

Farkındaysanız ikisi de Jack Nicholson’a çıkıyor. Onunsa artık 82 yaşında köşesine çekilmiş olması ve 2010’dan beri film yapmaması ne yazık!...


Not- MİLLİYET SANAT dergisinde bu ayki yazım, felaket sinemasının  ve Sinemaskop ekranın ilk örneklerinden olan William Wellman imzalı The High and the Mighty- Son Uçuş filmi.