Atilla Dorsay

27 Mayıs 2016

Hitler’in üstün ırk propagandasını yıkan zenci atletin öyküsü

Bir zamanların umut veren yönetmeni, uzun zamandır kendisini TV’ye adamış Stephen Hopkins iyi bir dönüş yapıyor

RÜZGÂRIN  OĞLU        X  X  X  1/2
(Race)

Yönetmen: Stephen Hopkins
Senaryo: Joe Shrapnel, Anna Waterhouse
Görüntü: Peter Levy
Müzik: Rachel Portman
Oyuncular: Stephan James, Jason Sudeikis, Jeremy İrons, William Hurt, Carice van Houten, Shanice Banton, David Kross, Jonathan Higgins, Barnaby Methschurat
Amerikan filmi.

 

 

    1930’lu yıllar. Avrupa kaynamakta, Almanya’da yükselen faşizm tüm dünyayı tehdit etmekte ve Naziler’in gücü artmaktadır. Adolf Hitler, yaklaşan 1936 olimpiyatlarını, ideolojisini dayadığı ‘ari ırkın üstünlüğü’ düşüncesini sağlamlaştırmak için bir büyük fırsat olarak görür.

   Çünkü bu büyük spor olayında özenle eğitilmiş Alman sporcular, özellikle de atletler madalyaları götürecek ve böylece ırkın görkemi belirecektir. Bunun için, yine iyi sporcuları olan ABD’nin de mutlaka katılımı gereklidir. Ki zafer, gerçek bir rekabet ortamından süzülerek gelsin!..

   Ama ABD ve hele olimpiyat komitesi duraksamaktadır. Nazilerin Yahudilerin üzerinde büyük baskı kurduğu, her gün bir sürüsünü tutukladığı bir toplumu her açıdan boykot etmek gerekmez mi? Gerçi onların da kendilerine göre ırkçılığı elbette vardır: Zenci düşmanlığının zirvede olduğu o yıllarda…

   Nitekim asıl kahramanımız, Ohio devlet üniversitesinin çiçeği burnunda siyahi öğrencisi Jesse Owens, bunu bizzat yaşar: Kampüse adım atmasıyla birlikte karşılaştığı küçümseme ve hakaretlerle…

   Ama aynı Amerika, yeteneğe de saygılıdır. Bu yüzden, eski şampiyon, yeni antrenör Larry Snyder’in büyük yeteneğini keşfettiği bu ‘Afro-Amerikan’ genci ve diğerlerini olimpiyatlara göndermekten çekinmez. Ama bu kez, bir yandan Nazi rejimini protestoda kararlı Amerikan Yahudi örgütleri, öte yandan komitedeki kimi inatçı kafalar, katılımın önünde kolay aşılmaz bir engel oluşturur.   

   Neyse… Gerisini siyaset ve sporla en küçük bir ilişkisi olanlar bile bilir. Owens oyunlara gitmiş, tam dört altın madalya almış ve Hitler’in üstün ırk tezlerini paçavraya çevirmiştir. Tarihin ırkçılığa karşı verdiği en güzel yanıtlardan biri

   Bu olayın şimdiye dek bir film olmaması şaşırtıcı. Öylesine ilginç ve her açıdan öylesine zengin bir malzeme ki… İyi yazılmış bir senaryo, yeterince işlenmiş bir dönem duygusu ve parlak bir kadro işi tamamlıyor. Ve karşınıza hem siyaset, hem de spor tarihi açısından sürükleyici bir hikâye geliyor.

  Ve sayısız ikili ilişkiler… Owens’le antrenörü Snyder, Owens’le zor kavuştuğu eşi, Owens’le oyunlardaki büyük rakibi Alman genci Carl Luz Long arasındaki… Bu sonuncusu, tümüyle azgın bir ırkçılığın şemsiyesi altında bile nasıl uygar ve çağdaş dostluklar kurulabileceğini gösteriyor.

   Ayrıca filmde bir gölge gibi kalan Hitler’in yanında faşizmin asıl sözcüsü olarak beliren Göbbels’le, olimpiyatların çok ünlü belgeselini çeken kadın yönetmen Leni Riefenstahl arasındaki gerginlik… Ki burada, en azgın bir diktatör rejimde bile sinemaya/sanata gösterilen saygının izleri var. Hele yönetmenin israrla “bunlardan geriye sadece film kalacak” diyen mağrur edasıyla…

    Ya da komitede başkan Mahoney’le sanayici Brundage arasındaki ilkesel çatışma… Ki bu sonuncuları iki dev oyuncu, William Hurt ve Jeremy İrons oynayınca… Tadından yenmiyor!..

  Jesse Owens’da siyah oyuncu Stephan James, Snyder’da Jason Sudeikis, Leni Riefenstahl’da Carice van Houten, Göbbels’de Barnaby Methschurat, Alman atlet Long’da David Kross gayet iyiler: Tam bir takım oyunculuğu…

  Bir zamanların umut veren yönetmeni, uzun zamandır kendisini TV’ye adamış Stephen Hopkins (doğumu: 1958) iyi bir dönüş yapıyor. Filmi bir başyapıt değilse de birçok açıdan görmeye değer bir yapım

YARIN: PARA TUZAĞI ve ALİS: AYNANIN İÇİNDEN