KIZIL TEPE (Crimson Peak) X X X X 1/2 Yönetmen: Guillermo del Toro |
Bugün 51 yaşında olan (1964 doğumlu) Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro, ülkesinde çektiği Kronos (1993) filmiyle dikkat çektikten sonra gittiği Hollywood’da üstüste ilginç filmler yaptı: hepsi de fantastik sinema örnekleri olan...Mimic- Tehlikeli Yaratıklar, Devil’s Backbone- Şeytanın Belkemiği, Hellboy serisi, Pan’ın Labirenti, Pasifik Savaşı. Ve aynı türden birçok filmin de yapımcılığı.
Ama bu film başka. Bu kabaca ‘gotik korku’ denebilecek olan film, aslında fantastik-korku sinemasının birkaç yan türünü birden içeriyor; içinde dehşet gizleyen evler, hayalet öyküleri, ürkünç katiller üzerine filmler. Ama ayrıca tam bir çılgın aşk hikayesi de var. Üstelik ensest’e dayalı olan...
Yazar-yönetmen-yapımcı etiketlerini benzer bir hamaratlıkla taşıyan Del Toro, bu yeni filminde gerçekten tuhaf ve ürkünç bir öykü anlatıyor. 20. yüzyıl başlarında (tam olarak 1901 yılında), iki ayrı coğrafyada, New York ve sonra İngiliz taşrasında geçiyor film... Edith Cushing, yazar olma hayalleri kuran (belki yeni bir Jane Austen!) ve öykülerini yayınlatma çabası veren bir genç kızdır. Annesini çok erken kaybetmiş, bir borsa kralı olan otoriter babasıyla büyümüştür.
Ve birden hayatında iki erkek bulur. Aşka dönüşmek üzere olan çocukluk arkadaşı doktor Alan’la ilişkisi, birden ortaya çıkan, babasından İngiltere’de üzerinde çalıştığı keşifleri için destek isteyen gizemli Thomas Sharpe’ta kendisine bir büyük rakip bulur.
Babanın ani ve kanlı ölümü (öldürülmesi), Edith’in o çevreden uzaklaşmayı seçmesi ve bunun için Sharpe’ın evlilik önerisini kabul edip, İngiliz taşrasında tarihi bir şatoya göç etmesiyle sonuçlanacaktır. Her yanı dökülen, ama görkemini yine de koruyan koruyan bu malikane, Edith, Sharpe ve kızkardeşi Lucille’le birlikte evde ikamet eden birkaç hayaletin de karıştığı ürpertici bir maceraya dönüşecektir. Sanki tüm kahramanların tutku ve hırslarının çarpıştığı bir dehşet meydanı..
Del Toro’nun tüm filmlerinden bildiğimiz o parlak görselliği yine iş başında. Bu kez sinema tarihinin gördüğü belki en gösterişli, en etkileyici eve, görkemle enkaz arasında biryerde duran o müthiş şatoya sahip. Üzerine kurulduğu kil tabakalarının kan rengi taşıdığı, Sharpe ekibiyle birlikte temellerinde araştırma yaparken çatıdan iniltilerin geldiği bir ürkünç dekor. Burası kahramanlarının fantastik serüvenlerine öyle bir sahne yaratıyor ki, ancak görünce anlaşılır.
Öte yandan film, ölülerin en korkunç birer öcü gibi ortaya çıktığı ve canlılara saldırdığı filmlerden. Bir küçük kız için ölmüş annesinin hayaleti böylesine ürkünç olabilir mi? Ve genel anlamda, sevdiklerimizin hayaletleri bize böylesine saldırmalı mı?
Kimi abartılmış ögelere ve karışık bir senaryodan doğan tüm soruların sonunda yanıt bulmaz gibi durmasına karşın, film gerçek bir gerilim ve korku duygusu içeriyor. Ayrıca finale doğru yaratılan yoğun duygusal malzeme, biraz da melodrama kayıyor. Dram kadar dehşeti de barındıran bir kıvamda... Ve herşey, sanki üstüste gelen ve birbirini tamamlayan birden çok finalle noktalanıyor.
Oyuncuların payı da büyük. Mia Wasikowska ve Jessica Chastain, öyküye uygun hafif abartılı oyunlarıyla filmi acımasız bir kadın rekabetine dönüştürüyor. Tom Hiddleston ise iki kadının hikayelerinin odağındaki kahramanda, zaman zaman şeytani de olabilen çocuk yüzüyle iyi bir performans sunuyor.
Parlak bir gotik-barok karışımı estetikle sunulmuş, özellikle ikinci yarıda nefes nefese izlenen bu dönem filmini gerilim meraklıları kesinlikle kaçırmasın.
Yarın: KARA BÜYÜ ve YAKTIN BENİ