KIZ KARDEŞLER Yönetim ve senaryo: Emin Alper Türk-Alman-Yunan ortak yapımı |
Çok iyi bir haftanın ilk filmi olarak bizden gelen filmi seçtim. Diğer ikisi önümüzdeki günlerde...
Az ama öz çalışan ve bize 2012’den itibaren Tepenin Ardı ve Abluka gibi gayet ilginç iki film veren Emin Alper, bu üçüncü filmle sanırım turnayı gözünden vuruyor.
Bu şaşırtıcı film, öncelikle oldukça etkileyici bir doğal dekor önünde, ancak hayli belalı, kayalı ve dar bir yoldan ulaşılan bir küçük köyde geçiyor.
Bu küçük yerleşimi çok az kişisiyle tanıyoruz: eşini yitirmiş, yetişkin üç kız çocuğu sahibi Şevket; kızları Reyhan, Nurhan ve Havva...Reyhan’ın küçük oğlu Gökhan’ın babalığını yüklenmiş çoban Veysel; yakındaki kasabadan zaman zaman ziyarete gelen doktor Necati...Köyün muhtarı; köyün kadın delisi. Ve gelip geçen eşkıya kılıklı iki adam... Hepsi bu...
Bu kişilerin arasında ilginç bir ilişki var. Necati bey (görmediğimiz) karısı Neriman ve çocuklarına bakmaları için gelip kızlardan birini kasabadaki evine götürmektedir. Bir tür ‘besleme’ olarak...Bu onlar için önemli bir değişiklik, dağ başındaki zavallı hayatlarından sıyrılmak için bir fırsattır. Nurhan ve Reyhan sıralarını savmışlardır. Özellikle Reyhan kavgalı biçimde ve hasta olarak dönmüştür ve anlaşılan sıra en küçükleri Havva’ya gelmiştir. Ama belki bu sakin ortamda bir fırtına kopmak üzeredir.
Film bir zamanlar sözüm ona köy ortamında çekilmiş filmlerimizi de, son dönemin daha gerçekçi köy filmlerini de bir yana bırakıp başka yollara sapıyor. Bu görkemli olmakla ürkünç olmak arasında gidip gelen manzaranın içinde gördüğümüz, dramı ya da melodramı aşıp, bir tragedyanın boyutlarına erişiyor.
Nasıl klasik Yunan tragedyası ‘zaman-mekan-tema birliği’ üzerine oturuyorsa, burada da ayni mekan içinde uzun sahnelerle gelişen ve dönüm noktası uzun, çok uzun bir gece olan bir hikaye izliyoruz. O görkemli ‘rakı gecesi’ başlı başına bir sinema zirvesi. Hem gerçeklerin art arda ortaya çıkıp düğümlerin çözüldüğü. Hem de görselliğiyle şaşırtan...
Böylece ortaya kırsal kesimde geçen bir ‘pastoral tragedya’ çıkıyor. Elbette ana teması kadın-erkek ilişkileri olsa da, erkeklerle kadınların kendi aralarında ayrı ayrı toplandığı...Ayrıca kimi yerel yaşam geleneklerinin –yayık ayran yapmak gibi- bir belgesel titizliğiyle gösterildiği...
Ve –önemli bir nokta- kişilerin ne tam iyi, ne tam kötü olmadığı...Ki hayatta da öyledir, biliriz. Böylece babadan muhtara, Necati’den Veysel’e herkes bir yandan öbürüne geçebiliyor. Örneğin kötülüklerin başı sandığınız Necati bey birden Veysel konusunda insancıllaşıyor. Ya da her an elini kana bulamasını beklediğiniz Veysel, umulmadık biçimde çok daha kötüsünü yapabiliyor.
Bir de en dramatik sahnelerin en ekonomik, en yumuşak biçimde verilmesine bittim. Veysel’in akıbeti sahnesinde olduğu gibi....
Filme adını veren üç kız kardeşlerin bu karışık hikâyeden en güçlü olarak çıktıklarını da söyleyebiliriz. Sadece onları oynayan üçlünün büyük başarısı nedeniyle değil: Emre Ebuzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir...Çünkü erkek rolleri de çok iyi oynanmış: babada Müfit Kayacan, Veysel’de Kayhan Açıkgöz, Necati’de Kubilay Tuncer gerçekten çok inandırıcı. Ama erkekler yer yer ön planda gözükse de, bu sonunda sanırım bir kadın filmi.
Ayrıca yönetmen Emin Alper’in o iki ‘eşkıya kılıklı’dan biri olarak gözüktüğünü de ekleyeyim.
Emre Erkmen’in görüntülerini, Giorgos- Nikos Papaioannu ikilisinin müziğini de çok düzeyli bulduğumuzu belirtelim. Ve bu bol ödüllü filmin yapımcı takımını da –son jeneriklerde görebileceğiniz- böylesine zengin bir uluslararası katılım sağladığı için övelim.
YARIN: EŞANLAMLILAR