İşte yine son derece kendine özgü bir film. Kimilerinin içini bayıltabilir, ama sevenleri de çok sevebilir.
Özgün bir senaryoya dayalı film bizleri 1682 yılının Paris’ine götürüyor. Tahtta kıral 14. Louis vardır ve ‘güneş kıral’ ünvanını ölümsüzlüğe dek taşıyacak biçimde, parlak bir yönetim örneği sunmaktadır.
Bu yönetim anlayışı içinde Paris’i, yakında yeni taşınılacak olan Versailles sarayını ve giderek tüm Fransa’yı doğasıyla en iyi koruma, yeni yapılar ve bahçelerle güzelleştirme çabası da vardır. Kıralın özel ‘manzara danışmanı’ Andre Le Notre, yeni sarayın bahçeleri için uzmanları toplar.
Aralarında tek bir kadın vardır: erkeklerin küçümseme ve alayla baktığı... Doğayı koruyarak güzelleştirme konusunda iddialı ve hırslı Sabine de Barra. Geçmişinde (ancak finalde ortaya çıkan) bir trajedi bulunan genç kadın, sarayın kendine özgü kuralları ve bezdirici gelenekleriyle kolay barışamaz. Ama zamanla kıralın yakın dostu olmaya yaklaştığı gibi, belki mutsuz bir evliliği sürdüren Andre ile de bir gönül bağı kurabilecektir. Ama en önemlisi, Versailles sarayının bugün bile izlenen bahçelerine katkıları olacaktır.
Elbette filmin yadırgatıcı yanları var. Örneğin böylesine tipik Fransız bir öykünün tipik İngiliz oyuncularla ve İngilizce anlatılması gibi. Ya da oldukça ağır biçimde gelişen temposunun herkese göre olmaması gibi...
Yine de film özellikle birkaç açıdan son derece ilginç. Öncelikle ulusal farklılıklara karşın, Avrupa kültürünün bir bütün olduğu ve bu açıdan, dil veya oyuncu seçiminin önem taşımadığı gerçeği var. Nitekim film öylesine özenle çekilmiş, Fransız tarihinin bu gerçek kişilerine öylesine saygıyla yaklaşmış ve o denli iyi bir oyunculuk sunuyor ki, Fransızların bile gocunduğunu hiç sanmıyorum.
Ayrıca film, bu tarihsel perspektif içinde çok özel bir ana temaya dayanıyor; mimarlığın, özellikle de bahçe mimarlığının tarih içindeki rolü. Aslında yine İngiliz Roland Joffe Vatel adlı filminde, yine 14. Louis döneminde bu kez kıralın baş aşçısına eğilmemiş miydi? Ya da bir başka İngiliz, ele-avuca sığmaz Peter Greeanaway, The Belly of An Architect- Mimarın Göbeği filmimde, çağdaş bir mimarın Roma dekorunda, 18. yüzyılda yaşamış meslekdaşı Boullee ile hesaplaşmasını sunuyor değil miydi?
Ne var ki bu kez tüm o ilginç insanlar galerisi ve o kişisel dramlar, tek bir çatı altına sığınmış gibiler; doğayı korumak ve yeşili yaymak çabası. Böylesine ekolojik mesajlı bir tarihi film hiç görmemiştik!...Nitekim daha en başta, sökülmüş bir ağacın özenle taşınıp yeniden dikilmesini gösteren film, belki en güzel sahnesini ise, Sabine de Barra’nın dehasıyla yaratılan, o suyun ve yeşilin egemen olduğu açıkhava tiyatrosunda buluyor.
Evet, elbette Oscar’lı Kate Winslet’ten zarif Jennifer Ehle’ye, yükselen Avusturyalı yakışıklı Matthias Schoenaerts’den herdaim fantezi ustası Stanley Tucci’ye, ‘fındık kurdu’ Helen McCrory’den kırala müthiş röliyef katan Alan Rickman’a tüm oyuncular harika. Ve Winter Guest- Kış Misafiri’nden tam 18 yıl sonra ikinci bir film yöneten Alan Rickman, işini gayet iyi becermiş.
Ama film asıl içerdiği doğa sevgisiyle seçkinleşiyor. Ve bu açıdan, ‘Geziciler’ de dahil tüm doğa ve ağaç sevdalılarınca görülmeyi hak ediyor.
Yarın: Ajan ve Jurassic World