X X X (The Good Nurse) Yönetmen: Tobias Lindholm Amerikan filmi, 2022. |
Netflix'te izlediğim, bizde gösterime çıkmayan bu film bence görülmeyi hak ediyor. Gerçek bir olaydan alınmış hikâye o klasik hastane dizilerine tümüyle ters düşüyor; bizlere hastanelerin gerçek yüzünü gösteriyor. Ayrıca içeriğiyle tam bir gerilim olmayı da başarıyor.
1996 yılında Pennsylvania'da bir hastanede açılıyor film... Ve orada, uzaktaki bir yüze çok yavaş biçimde yaklaşan bir kameranın verdiği görüntüyü izliyoruz. Belli biçimde bir hastaya yaklaşan, onda yoğunlaşan, o taptaze genç adam bakışları altında yine de belli bir hinoğlu hin ifade taşıyan bir yüz. Eddie Redmayne'nin biraz özlediğimiz yüzü.
Aradan beş yıl geçmiştir. Bu kez New Jersey'de bir hastanedeyiz. Orada genç bir hemşireyi tanırız: Amy. Kendisini işine adamış, iki kızına yeterince vakit ayıramayan... Sağlığı giderek bozulan ve kaçınılmaz bir kalp operasyonuna, tıp deyimiyle kardiomiopad'a gerek duyan kırılgan bir kadın... Ama tüm bunlar için sağlık sigortası gereklidir; onun için de en az dört ay daha çalışması şarttır. Bu yüzden bunu bir sır olarak saklamak zorundadır.
Bu arada hastaneye yeni bir hemşire gelir; bir erkek... Charlie Cullen daha önce de birçok hastaneyi dolaşmış, hepsinden şüpheli biçimde ayrılmıştır. Amy'ye büyük ilgi gösterir; işi kadar çocuklarına da biraz babalık eder. Ama bu arada hastanede birkaç hasta nedeni anlaşılmaz biçimde art arda ölürler. Ya ilaçları çifte doz verilmiş, ya insülin miktarı anormal biçimde artırılmıştır. Araştırma sonucu Cullen'in önceden çalıştığı tam dokuz hastaneden kovulduğu, ama asla gerçek soruşturmaya gidilmediği bilgisi gelir. Onu ailesinin içine alan Amy, şimdi gerçeğin bulunması için savaşacaktır.
Bu tipik 'ölüm meleği' türü hikâye, başta dediğim gibi hastanelerin o ürkünç yüzünü sunuyor bize... Hastalarına insan olmaktan çok birer kazanç kapısı olarak bakan o üst düzey yöneticileri özellikle... Parkfield hastanesi -belki bir ölçüde tipik bir Amerikan hastanesi olarak- buna aracılık ediyor. Sonunda öldürdüğü hastaların sayısı 400'e ulaşan ve böylece adalet tarihinin belki en büyük seri katili olan Charlie Cullen, karşımıza unutulmaz bir suçlu olarak geliyor.
Danimarkalı yönetmen Tobias Lindholm gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Görüntü yönetmeni ve müzikten de destek alarak... Ama olasılıkla en büyük destek oyuncu kadrosundan geliyor. 1977 doğumlu olduğuna göre bugün 45 yaşındaki iyi oyuncu Jessica Chastain, üç Oscar adaylığının sonuncusunda geçen yıl ödülü kucaklamıştı: The Eyes of Tammy Faye filmiyle...
Kendine özgü, tam bir masumluğun ardında şeytani kimliklere ulaşmasını bilen, 1982 doğumlu olarak bugün 40 yaşındaki Eddie Redmayne de çok iyi bir oyuncu. Onun da 2014 yılında Her Şeyin Teorisi filmiyle aldığı bir Oscar'ı var. Kendine özgü fiziği her kompozisyona kapı açmayan Redmayne, burada tam rolünü bulmuş. Ayrıca tüm karakter oyuncularının da çok iyi ve inandırıcı olduğunu belirteyim.
Bu ilginç filmi bence mutlaka izleyin. Ve izlerken de bir teselli bulalım birlikte: Ne olursa olsun, bizim hastanelerimiz ve doktorlarımız çok daha iyi, çok daha güvenilir!..
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |