YAŞAM KÜRÜ X X X X |
Beklenmedik düzeyde şaşırtıcı, sürprizli, değişik ve neredeyse büyüleyici bir korku/gerilim filmi. Hatta Karayip Korsanları üçlemesi, The Ring- Halka, Weather Man- Fırtınalı Hayatlar, Rango ya da The Lone Ranger- Maskeli Süvari filmlerinin yaratıcısı Gore Verbinski’den bile kolay kolay beklenmeyecek...
Ama andığım filmleri düşününce, belki bu doğal. Çünkü farklı türlerdeki bu bir avuç film, hem Verbinski’deki o müthiş macera duygusunu, hem de hikâyesiyle uyumlu bir üslubu yaratma yeteneğini yeterince gösteriyordu.
Üstelik bu özgün bir senaryo: Verbinski’nin Justin Haythe ile birlikte kotardığı. Böylesine değişik bir konunun bir roman uyarlaması olması çok daha akla yakın gelirdi. Nasıl olmuş da iki adam oturup böylesine bir öyküyü hayal edebilmişler?
Oysa her şey sıradan biçimde başlıyor. New York’ta zor günler geçiren dev bir Amerikan finans şirketinin toplantılarında, bir başka şirketle birleşip kurtulma umudunun ancak adı Pembroke olan yöneticinin gelmesiyle gerçekleşebileceği anlaşılıyor.
Ama Pembroke yoktur, çünkü tedavi için çok uzaklarda, İsviçre Alp’lerinin tepesindeki bir spa/sanatoryuma sığınmıştır. Onu gidip getirme görevi şirketin en genç, hatta bebek yüzlü elemanı Lockhart’a kalır.
Genç adam oraya gider. Daha yolda karşılaştığı alkol almış gözüken berbat şoförü, alabildiğine vahşi tavırlı gençler, düşman bakışlı yerel halk, onu biraz şaşırtır. Ama sonuna dek kendine güvenen Amerikalı işadamı kimliği, elbette onu korkulardan zırh gibi korur.
Ancak bu kez bir başka yerel tehlike önlerine çıkar: Özgürce dolaşan devasa yöre geyikleri. Ve kaçınılmaz kaza sonucu, Lockhart kendini kırık ayağıyla sanatoryumda yatarken bulur.
Ondan sonrası bir karabasan gibidir. Çünkü bu tarihi lüks dekora sığınmış sağlık merkezinde olup bitenler inanılır gibi değildir. Yüzyıllar öncesinden kalma bu görkemli yapı, varlığını eski ve ürkünç bir efsaneye borçludur. Soyunun saf kanını korumak isteyen kurucu bir baron, bunun için öz kız kardeşiyle evlenmiş, ama çocuk sahibi olamamıştır. Ayrıca da köylülerin sık sık zorla şatoya götürülüp orada yapılan ölümcül deneylerde kullanıldığı efsanesi de yaygındır.
Günümüzdeyse burada tüm dünyadan gelen yaşlı/çok yaşlı zenginler kalmaktadır. Havuza girerler, dehlizlerdeki hamamlarda yıkanırlar, tenis, kriket veya briç oynarlar, bulmaca çözerler. Ve kayıp gençliklerine kavuşmaya çalışırlar. Otoriter doktor Volmer’in keskin nezareti altında...
Lockhart bir yandan iyileşmeye çalışırken, öte yandan Pembroke’u ABD’ye dönmek için ikna etmeye çabalar. Ama bu arada bu parlak lüksün ve sözümona tıbbın ardında ne gizlenmektedir?.. Bu yaşlı bedenlerle ve zalim çalışanlarla dolu mekanda nasıl bir oyun oynanmaktadır? Geçmişin o karanlık efsanelerinden günümüze uzanan...
Aslında Almanya’nın dağlık bir yöresinde çekilmiş film, öncelikle inanılması zor bir görsellik içeriyor. Görüntü yönetmeni Bojan Bazelli harika bir iş çıkarmış. O çarpıcı kadrajlar, mercek oyunları ve başka şeylerle... Unutmadan, müziği yapan Benjamin Wallfisch’i de kutlamak gerekir.
Yönetmen ise bu garip dünyayı tüm görkemiyle, dozu giderek artan bir korku duygusuyla perdeye getirmiş. O yerel halkın ürkütücü tasviri şunu akla getiriyor: Acaba film, şu günlerde kimi nedenlerle, bizim Hollanda’dan nefret ettiğimiz kadar İsviçre’den nefret eden birilerinin elinden çıkma mı diye!.. Hem de barışın, sükunetin ve uygarlığın ülkesi diye bilinen İsviçre...
Filmin hayvanları da ürkünç. Hele o geyikler... Tüm güzellikleri içinde nasıl ölümcül olabiliyorlar!.. Bizzat doğanın o haşmeti içinde korkuyu barındırması gibi...
Hiçbirini tanımadığımız oyuncular da çok iyi. Özellikle Lockhart’da Dane DeHaan ve de baş kadın kahraman Hannrah’da eski tablolardaki kızları hatırlatan Mia Goth.
Eğer gerilim-korku türüne biraz da olsa ilgi duyuyorsanız, bu filmi sakın kaçırmayın. Zaman içinde bir kült-filme dönüşeceği kesin gibi.
Yarın: TATLIM TATLIM ve BEN ÖLMEDEN ÖNCE