UZAKLARDA ARAMA X X X X Yönetmen: Türkan Şoray |
Türkan Şoray sinemaya dönüyor. Daha doğrusu yönetmenliğe....Yönettiği dört filmin sonuncusundan tam 34 yıl sonra, beşinci denemesiyle...
Ama nasıl bir başarı bu...Herkesi şaşırtan...Kendi adıma bu denli iyi bir film beklemiyordum doğrusu...
Onur Ünlü’nün kıvrak senaryosu, derin Anadolu’da yıllar önce yaşanmış bir öyküye dayanıyor. Bir pavyon ekibi (ki asıl öyküde bunun ‘genel ev’ olduğu, ama sonra değiştirildiği söyleniyor) büyük kentten sürgün ediliyor ve kalkıp bir küçük kasabaya geliyor. Başlarında hırslı, üçkağıtçı, paragöz ve acımasız patronları Coşkun olduğu halde, burada bir pavyon açıyorlar.
Burada sekiz kadın çalışıyor. Ve müşterilerine müzik, göbek dansı ve ayni zamanda, bir kadın eşliğinde birkaç saat geçirmenin ortak keyfini sunuyorlar. O kadınsız Anadolu, o yasaklar dönemi, o kadın-erkek ilişkisinin feodal halleri çağında (aslında bugün de pek değişmedi!), o pavyon keyfinin bu ülkenin erkekleri için önemi açık değil mi?
Bu zengin kadrolu filmin temel erdemlerinden biri, o kalabalık hikayenin hemen tüm bireylerini oldukça iyi vermesi, hepsini neredeyse birer karaktere dönüştürmeyi başarması. Bu hem iyi seçilmiş, hem de iyi yönetilmiş bir kadroyla mümkündü. Türkan hanım öncelikle bunu başarmış.
Ön planda son derece saf ve naif bir aşk öyküsü var. Özellikle kadınların en masum görüneni (ve de öyle olanı) Nazlı ile kasaba gençlerinin en masum gözükeni Vedat arasındaki ilişki. Genç adamın pavyon kadını olduğunu bilmeden tanıyıp aşık olduğu, evlenme teklif ettiği... Ama gerçeği eninde-sonunda öğrenecek ve o yumuşak başlı haline rağmen, kadını öldürmeye karar verecektir.
Bir diğer kadın da Deniz. O en olgunlarından biri: çok sevdiği doğada belli bir melalle dolaşan, bir erkekte bulamadığı yakınlığı on yaşlarındaki küçük Yusuf’ta bulan, garip bir hastalığı olduğu da hissettirilen...Onun ve Yusuf’un çevrelerine farklı bakışları, filme yer yer masalla şiirin birbirine karıştığı sıradışı görüntüler armağan ediyor: başlarının üzerinde uçuşan kelebeklerden rengarenk atlara dek...
Erkekler de ilginç. Gerçek bir zalim olduğu kadar son derece de komik olan Coşkun’dan keyfine düşkün kasaba yakışıklısı Tayfun’a, hinoğlu hin kaymakamdan utangaç öğretmene...Ve de hikayeyi çocuk bakışıyla yorumlayan küçük Yusuf’a...
Ve film, tüm bu ilişkilerin özgün biçimde yaşandığı bir sahneye dönüşüyor. Soykut Turan’ın büyük ustalık taşıyan yumuşak kamera hareketleri, yerli-yerinde yakın planları, yer yer en ekonomik biçimde kullanılan kaydırmalar, yavaşlatılmış çekimler. Ve tüm bunlara işitsel bir fon oluşturan, Rahmi Altın imzalı çok güzel bir müzik. Yer yer biraz aşırı kullanılmış ve kimi diyalogları örter hale gelmiş olsa da...
Böylece film eski ve klasik Yeşilçam’a bir büyük saygı duruşuna dönüşüyor. Güçlü bir melodram duygusu, hele finale doğru hızlanan bir tempoyla...Ve Ünlü-Şoray ikilisi en azından temel kahramanların hikayeleri kadar akibetlerini de seyirciye verme çabası içinde, filmi sanki peşpeşe üç finalle bitiriyorlar.Ama kendi adıma bu beni hiç rahatsız etmedi.
Böylece melodram ve komedi uygun kıvamda birbirine karışıyor. Tıpkı yaşamla ölüm, neşeyle matem gibi. Ve film kimi unutulmaz bölümler içeriyor. Finale doğru baş karakterler sayılabilecek olan Vedat’la Nazlı arasındaki uzun ve ürpertici diyalog.
Ya da film boyu erkeklerini ellerinden almaya gelmiş bu ‘kötü kadınlara’ olmadık zulüm ve hakareti yağdıran kasabalı kadınların, sonunda onlara elini uzatan ve bir tür özür dileyen tavırları. Bu kadınlar dayanışması belki filme asıl mesajını veriyor: kadınlarımız hangi çevrede ve hangi dava etrafında olsa da, mutlaka birleşmeliler. Bu olmadan ülkeye huzur ve barış gelmeyecek!...
Film ayrıca o kadar çok kişiye ve olguya saygı duruşunda bulunuyor ki...Başta anılan Atıf Yılmaz’dan finalde yer alan Vesikalı Yarim afişiyle Lütfi Akad’a...Ki o başyapıt zaten bu filmin ana mekanı olan pavyona adanmış şen ünlü filmimiz değil midir? Ayrıca sonunda, o pavyon bir sinemaya dönüşüyor: Emek Sineması. Ve Türkan sultan, hep özleyeceğimiz o mekana da bir selam yolluyor. .
Bu türler karmaşası, bu mesajlar toplamı, ancak çok zekice ve işlevsel bir yaklaşımla herhangi bir uyuma ulaşabilirdi. Ünlü-Şoray ikilisi işte bunu başarmışlar. Ve bizlere son dönemdeki en güzel Yeşilçam saygısı filmini yapmışlar. Kimi Yavuz Turgul ve Çağan Irmak filmlerinin ya da Kırmızıgül filmi Beyaz Melek’in hemen yanıbaşına iliştirilecek...
Tüm ekip iyi oynamış ve rolünü sonuna dek götürmüş. Öncelikle, projeyi hayata geçiren Yağmur Ünal’a özel bir övgü. Ne iyi etmiş de annesini yeniden kameranın ardına geçirmiş!...Ama ona hiç benzemiyor. O kendi özel fiziğini, kendi güzelliğini ve oyun tarzını gururla taşıyan farklı bir kimlik. Yolu açık olsun...
Ayrıca Mustafa Uğurlu’dan Fırat Tanış’a tanıdık yüzler, küçücük rollere gönül indiren Suna Selen ve Eşref Kolçak da anılmalı. Hikayenin asıl yükünü taşıyan o gencecik ikili de: Sevda Erginci ve Serkan Şenalp. Ve Kaan Urgancıoğlu. Ve Emirhan Oktay, Batur Belirdi, Mehtap Bayrı, Sema Kecik. Tüm o kadınlar ve o harika küçük oyuncu. Hepsini kutlarım.
YARIN: SAKİN BATI
Haftanın yıldız tablosu
CASUSLAR KÖPRÜSÜ X X X X
UZAKLARDA ARAMA X X X X
SAKİN BATI X X X X
SPECTRE X X X X
ANNEM X X X X
ALİ BABA VE 7 CÜCELER X X X 1/2
GİZLİ DOSYA X X X 1/2
ABLUKA X X X ½
SNOOPY VE CHARLİE BROWN X X X
FRANKENSTEİN X X X
GİZLİ GERÇEK X X ½
HAYATIN KIYISINDA X X