Atilla Dorsay

16 Mart 2019

Genç olmak...Ve uyuşturucuya esir düşmek...  

Her şey gibi gerçeği yakalamanın da bir bedeli vardır

GÜZEL OĞLUM     
X  X  X  X
(Beautiful Boy)

Yönetmen: Felix Van Groeningen
Senaryo: Luke Davies, F. V. Groeningen
Görüntü: Ruben Impens
Oyuncular: Steve Carell, Timothee Chalamet, Maura Tierney, Christian Convery, Oakley Bull, Amy Ryan

Amerikan filmi

Belçikalı usta yönetmen Felix Van Groeningen’i bu kez ABD için İngilizce çektiği bir filmde karşımıza getiren film, bir gerçek hayat öyküsü. Üstelik iki ana kişiliğin, bir baba ve oğlunun ayni olayı kendi çerçevelerinden anlattığı iki ayrı kitaba birden dayanan...

Gerçek hayatta 1982 doğumlu Amerikalı Nic Sheff, sonradan annesi Vicki’den ayrılıp Karen’le evlenen babası David’le karmaşık bir ilişki yaşar. Karen’den iki yeni çocuk sahibi olsa da, babanın gönlü elbette büyük oğlu Nic’tedir.

Nic yakışıklı, duygulu, yazmaya eğilimli, liseden sonra üniversiteye kapağı atmak üzere olan bir delikanlıdır. Scott Fitzgerald veya Charles Bukowski okuyan...

Ama bir kusuru vardır: Uyuşturucu müptelasıdır. Her türlüsünü denemiş, en son en ölümcülü olan Kristal-Meth’e gelip dayanmıştır. Dünyanın en zengin ülkesinde yaşayan, hemen her şeyleri olan, bu durumda ailenin de tam desteğine sahip ideal bir ortamda nedense kendilerini kapıp koyveren sayısız yaşıtı gibi...

Özellikle baba David kararlıdır: Oğlunu mutlaka kurtaracaktır. Filmin başında babayı New York Times gazetesine gelip kayıp oğlu için yardım isterken görürüz. Sonra bir yıl geriye gider ve o sürede olup biteni izleriz. David her şeyi dener; ama her olumlu gözüken çabadan sonra oğlan çeker gider, bir biçimde o ölümcül tutkusuna döner. Bu sanki sonsuz bir savaşımdır ve zafer pek olası değildir. 

Bu durum bir yandan filme tam bir gerçeklik katar. Çünkü bilenler bu işin böyle olduğunu, uyuşturucudan kurtulmanın çok uzun süreli bir çaba olup engin bir sabır istediğini söylerler.

Ama bunun film açısından bir sakıncası vardır. O da olayların sürekli olarak aynı şemayı izlemesi, sanki bir kısır döngü oluşturması durumudur. Ve bu seyirciye belli bir sıkıntı da verebilir. Ama elbette her şey gibi gerçeği yakalamanın da bir bedeli vardır. Kimi zaman ödemeye değer olan...

Ve bu yüzden İngiliz The Guardian gazetesinin yazarı filmin “şimdiye dek uyuşturucu sorununu işleyen tüm filmlerden daha gerçekçi” olduğunu yazmıştır.

Böylece bu kurtarılmak istemeyen genç bir ruhu kurtarma serüvenine dönüşür. Bu kolay mıdır? Hatta mümkün müdür?   Döneminin -2000’lerin başı- şarkılarıyla bezeli bu hüzün yüklü film, bu soruyu yanıtlamaya soyunur. Ve hayli de yol alır.

Film özellikle iki başoyuncusunun performanslarıyla desteklenir. Rus Yahudisi kökenli bir anneyle Fransız kökenli bir babanın 1995 doğumlu oğlu Timothee Chalamet, o çok özel fiziğini herhalde bu aileye borçludur. Çok erken -2008’lerde- başlayan kariyerinde yeteneğini özellikle Beni Adınla Çağır’la kanıtlayan oyuncu, kişiliğine gereken tüm nüansları katar. Şu günlerde tam altı projenin içinde yer alması, sanırım parlak bir kariyerin kesin habercisidir…

Ama filmin asıl sürprizi bence Steve Carell’dir. Yıllarca tipik Amerikan komedisinin aslarından olan oyuncu, son dönemde art arda ciddi karakter rolleri almıştır: The Big Short- Büyük Açık, Last Flag Flying- Sıkı Dostlar, en son Vice filmlerindeki gibi... Gerçi henüz (Oscar’ları veren) Akademi’nin dikkatini çekmiş değildir, ama sanırım bu gecikmeyecektir.

Ve onun ‘güzel oğlunu’ ne yapıp edip kurtarmaya çabalayan babası, yüreklerine akıttıkları gözyaşlarıyla özellikle ana-babalar için kolay unutamayacakları bir karakter olup çıkar.   

***

Not: Sevgili okurlar. Pazartesi akşamı 19.30’da İKSV’nin Şişhane’deki binasında, İFSAK adlı fotoğrafçılar birliğinin  konuğu olarak “Sinema’da Eleştiri” konulu bir konuşma yapacağım.  Derneğin yeni yöneticileri orada, şu günlerde çıkan anılar kitabım BİR ÖMÜRDEN SEÇİLMİŞ TABLOLAR’ı da tanıtmak istediler: Çok beğendikleri resimlerini de göstererek… Artık  nasıl yapacaklar, bilmiyorum. Ama eğer gelirseniz, ben ve kitaplarım orada olacağız.