Atilla Dorsay

08 Mart 2024

Geçmişten gelen anılar; hafıza yitirmişler ve acı dramlar

Sinemada hafıza ve hatırlama üzerine yapılagelmiş en ilginç filmlerden biri olmaya aday

HATIR

X X X ½

(Memory)

Yönetim ve Senaryo: James Franco
Görüntü: Yves Cape
Oyuncular: Jessica Chastain, Peter Sarsgaard, Brooke Timber, Jessica Harper, Brian Kelly, Mario Moreno, Josh Charles, Tom Hammnod, Rick Firpi

Mubi yapımı, 2024

Hatır gerçekten de şaşırtıcı bir film... Ülkemize ithal edilen yabancı filmlerin, hem de sinema mevsiminin tam ortasındaki şu günlerde, hazin biçimde azaldığı sırada, yine 'başka sinema' kanalıyla gelen bir 'sanat filmi'. Diğer şirketlerin niçin böylesine pasif kaldığını sorgulamak her sinemaseverin takıntısı, hatta görevi olmalı. Belki arada yükselen bilet fiyatlarına rağmen, elini cebine sokup önemli filmleri sinemada görme çabası da gerekli!...

Her neyse... Umarım bu hafta gösterime çıkacak olan bu film ('başka sinema' ile bu pek kesin olmuyor!) gerçekten de sürprizler içeriyor. New York'ta Manhattan ile Brooklyn arasında kalan bir yörede, önce alkol ve uyuşturucu tutkunu olmuş, yaşları da buna eklenince kafayı üşütmüş bir grupla tanışıyoruz. Toplantılarında "I Remember - Hatırlıyorum" cümlesiyle başlayıp geçmişe dönen, ama bunun için çok zorlanan her yaştan insanlar... İçlerinde kendini bu hayır işlerine adamış Sylvia'yı tanıyoruz. Kızı Anna'yı çok seven, ama onun gençlik taleplerine de karşı durmaya çalışan bir anne... Kızın aklı flörtte ve sevişmede çünkü... Bu arada bizzat Sylvia'nın vaktiyle öyle düşkünlükleri olduğunu, ancak kızının doğumuyla birlikte -yani 18 yıl kadar önce- bu kötü alışkanlıklarından vazgeçtiğini öğreniriz.

Tam o sırada Sylvia'nın peşine biri düşer. Sakalı bıyığına karışmış, hayli ürkünç ve zavallı bir adam olan Saul Shapiro... Onun da geçmişini hatırlamadığı, psikolojik deyimle demans halinde olduğu aşikârdır. Birden Sylvia'nın hayatına karışır; gittiği her yerde onu izlemeye başlar. Zaten ürkek olan kadın kaçmayı dener; ama bu mümkün olmaz. Sonunda birleşirler, anlaşırlar, hatta sırası gelince seks bile yaparlar!... Civardaki ailelerin çocukları kim bilir kaç kuşaktır Woodburry lisesinde okumuştur. Sylvia ve Saul'un da aynı dönemde birlikte okuduğu, hatta hınzır oğlanların gencecik Sylvia'ya oral seks yaptığı iddiaları bile ortaya atılır. Sylvia gerçekten de daha o yaşta bunları yaşamış mıdır?

Bu arada Sylvia'nın ailesi ortaya çıkar. Kızkardeşi Olivia, birden çıkıp gelen anneleri Samantha... Saul'un erkek kardeşi İsaac da devreye girer. Üç kuşak geçmiştir; ama çoğu birbirini hiç sevmeden... Ve tüm bu aile kargaşası içinde, finale doğru gerçekten de trajik ilişkiler ortaya serilir. Kolay kolay inanılmayacak kadar tuhaf, ayıp ve ürpertici olan... Ve de tam Sylvia ile Saul sorunlarını aşıp belli bir uyuma ulaşabilecek gözükürken, o büyük aile dramı patlak verir. Sanki Brando'nun Baba filmlerinde "İt's Family" demesindeki alaycı acılık gibi... Biz seyircilerin yüreğine de yayılarak...

Hatır işte böyle bir film. Sinemada hafıza ve hatırlama üzerine yapılagelmiş en ilginç filmlerden biri olmaya aday. Meksika kökenli yazar - yönetmen James Franco, New Order, Sundown gibi filmleriyle ün yaptı. Bu filmde gerçekten iyi bir kadroyla çalışma fırsatı bulmuş. Yves Cape imzalı görüntüler birinci sınıf. Özgün bir müziğe sahip gözükmeyen filmde zaman zaman, finalde ise tümüyle dinlenen o enfes şarkı A Whiter Shade of Pale var. İngiliz rock gurubu Procol Harum'un 1967 yılında kaydettiği ve anılarda kalan parçası. Meraklıları için bir başka unutulmazlık ögesi...  

Oyunculara gelince... Jessica Chastain uzun zamandır ilk kez dört başı mamur bir rol bulmuş. 1977 doğumlu sanatçıyı özellikle 2010'lardan itibaren Sığınak, Hayat Ağacı, X Men: Karanlık Güç, Affedilen, Armaggedon, İyi Hemşire, en son George&Tammy TV dizisi gibi yapımlarda izledik. Filme çok şey kattığı kesin...

Peter Sarsgaard ise 1971 doğumlu. Ve uzun zamandır çalışmış, sayısız film yapmış. Ama gerçek bir şöhrete ulaşabilmiş değil. Bu filmde çok iyi olduğunu açıkça söyleyebilirim. Ayrıca kadınlar arasında yaşlılardan Samantha'da Jessica Harper; gençlerden Anna'da ise Brooke Timber övülmeye değer...


NOT 1: Milliyet- Sanat dergisinde bu ay için seçip yazdığım sinema klasiği, Don Siegel imzalı The Shootist- Devlerin Sonuncusu. Büyük oyuncu John Wayne'in veda filmi olan yapımda Lauren Bacall, James Stewart, Ron Howard, John Carradine, Richard Boone gibi bir kadro var. Ayrıca bu değerli derginin önemli bir bölümünü Seçime Doğru başlığı altında bu konuya ayırdığını ve böylece olaya tam anlamıyla sanat ve sanatçı çerçevesinden yaklaşmayı başardığını da belirteyim.  

NOT 2: Bu hafta sonu, yani Cumartesi ve Pazar Bursa Kitap Fuarı'nda Puslu Yayıncılık standında olacağım. Eski-yeni kitaplarım ve oraya yetişeceğini umduğum sonuncusu Unutulmayan İnsanlarımızla Konuşmalar ile birlikte... Bekleriz efendim.

 

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...