GİZLİ DOSYA (Truth) X X X 1/2 Yönetim ve senaryo: James Vanderbilt |
Gizli Dosya tipik Amerikan bir siyasal sinema örneği. ABD için her şey söylenebilir, ama demokrasisini tümüyle yermek ve mahkum etmek neredeyse imkansızdır. O rejimin üç temel gücünü birbirlerine göre iyi yerleştirmiş, onların yanı başına da ‘dördüncü kuvvet’ basını tartışmasız bir denetim alanı olarak sağlam biçimde koymuştur.
Gizli Dosya yakın tarihin Amerikalılar için önemli (bizimse hemen hemen bilmediğimiz) bir dönemine eğiliyor. 2004 yılındaki seçimlerin hemen öncesinde, güçlü ve prestijli CBS kanalı, popüler 60 Dakika haber programı içinde adaylardan George Bush aleyhine bir kampanyaya girişiyor.
Kampanyanın malzemesi, oğul Bush’un gençlik yıllarında Vietnam’a gitmemek için dolap çevirdiği ve onun yerine, dönemin birçok torpilli genç adamı gibi ünlü bir pilot yetiştirme okuluna kapağı attığına dair kanıtlardır: Elbette babasının nüfuzu ve girişimi sayesinde...
Dönemin efsanevi habercisi Dan Rather (Robert Redford) ve ondan hayli genç haber sunucu ve uzmanı Mary Mapes (Cate Blanchett) işbirliği yaparak kanıtları derliyorlar. Ama sonra bunların imal edilmiş sahte belgeler olduğu iddia ediliyor. Bir komisyon kuruluyor ve soruşturma başlıyor.
Hikaye elbette tüm dünyaca bilinen ABD politik skandalleri ve onların filmleri kadar ilginç değil. Yalnız yakın yıllardaki kimi filmleri hatırlarsak, Watergate üzerine Başkanın Tüm Adamları, TV haberciliği üzerine Talk Radio, Wag the Dog, Mad City, Aday. Ya da Oliver Stone’un başkan biyografileri: JKK, Nixon, vs.
Üstelik burada adı geçen hemen herkes gerçek birer kişiyse de, tartışılan “TV haberciliği ve bu olaydaki kanıtların doğruluğu” konusunda yargıda bulunmak zor. Hele bizim için...Çünkü örneğin imbd sitesinde filmi tartışan Amerikalı seyirciler bile karar vermekte zorlanıyor, hatta olayın düzmece olduğuna inanmaya daha eğilimli gözüküyorlar.
Yine de gerçekten ilginç bir film bu. Hele bizim için, hele şu dönemde... Çünkü adına gazeteci denen kişinin ve medya denen alanın çağdaş bir toplumdaki misyonu ve de yeri üzerine çok keskin bir bakış getiriyor.
Filmi izlerken bir dönemde TV haberciliğinin nasıl bir altın çağ yaşadığını, sonra her şeyi parayla ölçen aşırı kapitalist bir düzen içinde, bu alanın nasıl erozyona uğradığını görüyoruz.
Yine de film Amerikan medyasının ve onun giderek (ve görece olarak) elini-kolunu bağlayan toplumun, aslında demokrasinin temel özellikleri üzerine nasıl titiz olduğunu da gösteriyor. Eski bir başkanın oğlu olan genç bir politikacının, yıllar önce bile olsa ulusal bir görevden kaçmış olması ihtimali toplumu ayağa kaldırabiliyor.
Ya bizde? Başkan oğulları bir yana, iktidarı sürekli yakınlarına nimetler sunmak için kullanan ve ‘nepotizm’ denen şeyin en görkemli örneklerini veren biz değil miyiz?
Demek ki film dönüp kendimize bakarak acı acı düşünmek için iyi bir fırsat. Bir yerinde söylendiği gibi “eğer gazeteci soru soramazsa, toplum çok şey kaybeder”. Bu özdeyiş, soru sorması günden güne kısıtlanan bir toplum için bir tokat değil mi?
İyice yaşlanmış (78 yaşındaki) Redford’dan yine harikalar yaratan Cate Blanchette’e, yardımcı rollerde ise Stacy Keach’den Dermot Mulroney’e, Topher Grace’den Dennis Quaid’e birçok ismin parladığı film, özellikle siyaseti ve siyasal sinemayı sevenler için...
Yarın: Son James Bond: SPECTRE