Atilla Dorsay

29 Aralık 2017

‘Gay’ler için çok önemli olmaya aday bir film

Mitterand gibi solcu ve halkçı bir başkan döneminde bile, Fransa gibi tam bir özgürlükler ülkesinde yaşananlar, en hafif deyimiyle hüzün verici

 

KALP ATIŞI DAKİKADA 120       X  X  X  X 
(120 Battements Par Minute)

Yönetmen: Robin Campillo
Senaryo:  R. Campillo, Philippe Mangeot
Görüntü:  Jeanne Laporie
Müzik: Arnaud Rebotini
Oyuncular:  Nahuel Perez Bisyacart, Arnaud Valois, Adele Haenel, Antoine Reinartz, Felix Maritaud

Fransız filmi. 

 

 

Sinemada ne eşcinsellik yeterince ele alınmıştır. Ne de bir dönemde, sanki o insanlara yukardan bir yerden gönderilmiş bir ‘ceza’ olarak görülen AİDS hastalığı... İkincisi üzerine hatırlanan birkaç film var: Philadelphia, Dallas Buyers Club, Onur...Ve hemen hemen o kadar.

Bu yeni film olaya çok daha kapsamlı biçimde yaklaşıyor. Ve de olayın bir dönemi üzerine bir tür belgeselle, özel bir aşk hikâyesinin harman edilişini izliyoruz.

1980’li yılların başında hastalığın yeni ortaya çıktığı ve başta Rock Hudson kimi ünlü isimlerin ölümüne yol açtığı dönemde, Fransa’da yaşanan panik, birbiri ardına ölümler ve bu camianın  içine düştüğü büyük ölüm-kalım mücadelesinin öyküsü olarak açılıyor film...

Sanırım tümüyle gerçek ve ayrıntılı kayıtlara ve dosyalara dayanarak, o dönemde kurulan Act-Up Paris adlı örgütün toplantılarından ve etkinliklerinden bölümler izliyoruz: tam bir belgesel (ya da pseodo-documentary) tarzında verilmiş.

Bu bölümler gayet öğretici. Ama dramatik açıdan ve daha genel biçimde sinema olarak fazla didaktik, uzun ve ağır. Konuya özel ilgi duymayanlar için sıkıcı da olabilir. Ama kendi adıma bu bölümün bize çağımız üzerine çok önemli şeyler söylediğini düşünüyorum.

Çünkü Mitterand gibi solcu ve halkçı bir başkan döneminde bile, Fransa gibi tam bir özgürlükler ülkesinde yaşananlar, en hafif deyimiyle hüzün verici. Çünkü hastalığa karşı yeterince savaşılmıyor, gereken araştırmalar da yapılmıyor.

Bulunur gibi olan ilaçlar, firmaların çeşitli kaygıları ve devletin ilgisizliğiyle hemen piyasaya çıkarılmıyor, gereksiz yere bekletiliyor. Ve toplumda bu insanlara karşı acımadan çok korku ve nefret duyguları gelişiyor.

Ama film giderek ilginçleşiyor. Ve son 40 dakikası gerçekten çok etkileyici olmaya başlıyor. O Paris’in göbeğindeki kalabalık gösteriler, görkemli yürüyüşler, o uyanan/ uyandırılan toplum ilgisi.

Ve arada gelişen tutkulu, ama ürkek ve kırılgan bir aşk ilişkisi. Alabildiğine hüzün içeren...

Sonuç olarak filmi çok beğenenler de var: geçen yıl Cannes’da Altın Palmiye’den hemen sonra ikincilik sayılan Jüri Büyük Ödülü’nün ortaya koyduğu gibi. Fransızların bu yılki Oscar’a bu filmi gönderdiklerini de hatırlatayım. Ama nefret edip sonuna dek dayanamayanlar da var...

Ne olursa olsun, bu konuya kendisini adamış gözüken yönetmen Robin Campillo’nun Les Revenants- Geri Döndüler ve Eastern Boys- Doğu Yakasının Çocukları’ndan sonraki bu yeni filmi, bence 20. yüzyılın en önemli, en iz  bırakan olaylarından biri olan AİDS hastalığının başlangıç günleri üzerine ilgiyi hak eden, cesur bir yapım.. Görülüp üzerinde düşünülmesi gereken...

Ve diyelim ki Suffragette- Diren filmi nasıl kadınların siyasal hakları üzerine bir bayrak-film olduysa, bu film de ‘gay camia’ için aynı önemi taşıyabilir.

YARIN: Geçen yılın en iyi film listeleri


Not: Haftanın diğer önemli filmleri olan MUHTEŞEM SHOWMAN ve LOVİNG VİNCENT’i  ortakoltuk.com sitesinde okuyabilirsiniz.