Festival sürüyor. Ve filmler izleniyor, üzerinde konuşuluyor, tartışmalar açılıyor. Tüm seansların hayli dolu olduğu, hemen kimsenin yarıda çıkmadığı ve eski bir gelenek olarak filmlerin çoğunluk tarafından jeneriklerin sonuna dek izlendiği görülüyor. Her ne kadar yine eski bir gelenek, beğenilenlerin alkışlanması bu yıl pek gözüme-kulağıma çarpmadıysa da...
Pazar günlü Alman kültür merkezinde festivalin geleneksel ‘Pazar brunch’ı vardı. Hep yaptığımız gibi Tophane’den Galatasaray’a çıkıp park etmeyi başaramadık. Çünkü bu çıkış yolu tümüyle kesilmişti, o ara yolların yapımı nedeniyle... Dönüp dolaşıp ancak Tepebaşı’nda park edebildik ve hayli yürümek zorunda kaldık.
Belediye böyle bir işi tam festivale denk getirmeyi başarmıştı. Nasıl birkaç yıl önce Emek’i de tam festivalde yıkmayı başardılarsa...İçtenlikle kutluyorum!...
Volker Schlöndorff’la tanışma
Orada özellikle kimi yabancı dostları gördük. En önemlisi festivalde Unutulmayan Aşk filmi oynayan büyük Alman ustası Volker Schlöndorff’la tanışıp konuşabildim.
Yaşıtım olan yönetmenin yıllardır Genç Törless’ten Michael Kohlhaas- Hak Mücadelesi’ne, Teneke Trampet’ten Swann’ın Aşkı’na, Satıcının Ölümü’nden Yaşlı Adamlar Topluluğu’na, Ogre’den Diplomasi’ye birçok filmini hayranlıkla izlemiştim.
Ayrıca baş roldeki Stellan Starsgaard ve ailesi üzerine konuştuk: İsveç kökenli sanatçının oğulları da parlak bir kariyer yapıyor değil miydiler? Tam 8 çocuğu olan Stellan’ın büyük oğlu Alexander Skarsgaard, en son Dijiturk’de ekrana gelen Nicole Kidman’lı Big Little Lies- Büyük Küçük Yalanlar adlı çok ilginç dizide oynamıştı. Sonunda öldürülen ‘kötü adam’ olarak..
Yönetmen ülkemize ikinci kez geliyordu. 963’de bir belgesel çekimi için gelmiş ve çok sevmişti. Yeniden gelmekten çok mutluydu. Ama ülkenin durumunu biliyor ve elbette kültür adamlarının yanında yer alıyordu. Ve bize ‘hayırlı bir gelecek’ dilemeyi unutmadı.
Festivaldeki son filmler: Altın Ayı’lı film
Son Berlin şenliğinin Altın Ayı’lı filmi Beden ve Ruh, bir Macar yapımı. Usta İldiko Enyedi’nin 18 yıl sonraki dönüş filmi, bir mezbahada çalışan ortayaşlı müdürle, hayatını henüz hiç yaşamamış, dokunmayı bile bilmeyen saf bir genç kızın ilişkisini anlatıyor. Gerçeküstü çağrışımlar içeren bu son derece özgün aşk filmi, hayvanlara özel yaklaşımıyla da dikkat çekiyor. Şenliğin en iyilerinden...
Yarım kalmış bir aşk
Ana, Sevgilim de bir aşk hikayesi. Ama bu filmler aşk denen ve sinemada/ TV dizilerinde öylesine yıpranmış olaya o denli özgün biçimde yaklaşıyorlar ki şaşmamak elde değil.
Bu kez Rumen ustası Calin Peter Netzer, hastalıklı bir aşkı anlatıyor. Yakışıklı bir genç adamla bir biblo kadar kırılgan bir genç kızın ilişkisi. Erkek tutulduğu kız için herşeyi yaparken, onun onulmaz rahatsızlığını da geçirmeye çabalıyor. Ama sonunda kız yükselirken, genç adam derinlere iniyor. Farklı ellerde acınası bir melodrama dönüşebilecek olan hikaye, bu filmde yüreklere dokunan bir melal duygusuna ulaşıyor. Biraz fazla psikanalize dalsa da...
Naziler’in bitmeyen suçları
Lola Doillon imzalı Özgürlüğe Doğru bir Fransız-Belçika yapımı. 1943’lerde bu ülkelerdeki yahudilerin çocuklarını Nazi zulmünden kurtarmaya çalışan bir direniş grubunun ve onların sorumluluğunu yüklenen 12 yaşındaki Fanny’nin öyküsünü anlatıyor. Fonda yatan kedere komik bölümler katılıyor ve herşeye karşın direnen hayatın bir tablosu çıkıyor. Soykırım üzerine yeni birşeyler öğrenmek için...
Django- Sürgün Melodiler ise Nazi dönemine bambaşka bir açıdan yaklaşıyor: ünlü caz müzisyeni, gitarcı, besteci ve virtüuoz Django Reinhardt’ın hayatından bir kesitle. Kesidin yine tam Alman işgali dönemine rastlaması, bu Fransız filminde Nazi kıyımının bir başka kurbanı olan zümreyi tanıtıyor: tüm ülkelerin çingeneleri... Müzikle yakın tarihi birleştiren ibret alınacak bir film.
Cotillard-Canet çiftinin gerçek yaşamından...
Bir başka Fransız filmi çok farklı. Rock’n Roll adı gibi bir müzik filmi değil. Yazar-yönetmen-oyuncu Guillaume Canet’nin filmi, kolay kolay bir türe sokulamayacak çok özel film. Sanatçı, eşi Marion Cotillard’la özel hayatlarından yola çıkıp kendisiyle, evliliğiyle, Fransız sinemasıyla ve giderek tüm yaşam değerleriyle amansızca alay eden bir taşlama çekmiş. Yer yer hüzünlü, yer yer dayanılmaz komik. Kaçırılmamalı.
İki Kadın ise yine değişik bir Fransız filmi. Tüm yaşamını bebekleri dünyaya getirmeye adamış ebe bir kadınla birden ortaya çıkan, ölmüş babasının eski sevgilisi daha yaşlı bir diğeri, oldukça garip bir ilişki yaşıyorlar: birbirlerine gerçek yaşam dersleri vererek...Catherine Deneuve ve Catherine Frot’nun müthiş oyunculukları da cabası.
Çocuğunuz bir dahiyse...
Deha- Gifted bir Amerikan bağımsızı. Yalnız başına yaşayan bir adam, 7 yaşındaki yeğeni Mary’yi dehasına rağmen normal bir çocuk gibi büyütmenin savaşını veriyor. Hırslı kendi annesine ve çeşitli kurumlara karşın...Marc Webb’in son derece sempatik filmi, özellikle deha sahibi çocukları olan tüm ana-babalar için...
Gencecik ruhlardaki fırtınalar
Kanada’dan geen Cinsler- Weirdos da güzel bir sürpriz oldu. 1976’de, ABD’nin 200. kuruluş yılı kutlamalarında ailelerini terkedip büyük kente giden iki yeni-yetmenin öyküsü. Orada çocuğun eşcinselliği, kızın cesareti, dağılmış ailelerinin gizemleri vb. şeyler ortaya çıkacaktır. Bruce MacDonald imzalı film, ilk gençlik çağına en iyi yaklaşan filmlerden biri bence...
Ormanın gizli yaşamı
Ornitolog festivalin en özgün filmlerinden biri. Bu Portekiz yapımı, ormanda kuşları gözlemleyen bir adamın doğanın büyüsünü keşfetmesini anlatıyor. Garip orman yaratıkları, maskeli ayin düşkünleri, bir tür yeni İsa...Ve tüm insancıl duyguların en en tuhaf biçimde harmanlanması. Özel bir film daha...
Birkaç deneysel çaba
Ve kimi deneysel filmler. Yine bir Portekiz filmi olan ve o büyüleyici kentte geçen Porto. Karşılaşıp bir tutku yaşayan iki insanın öyküsünü olayların sıralamasını altüst ederek, formatlarla oynayarak farklı biçimde anlatmayı deneyen ama bence biraz tökezleyen bir ilk film çabası.
Manifesto ise çağımızın ve çağdaş sanatın yepyeni tanımlamalarını yapmaya çalışan ve bunun için en tuhaf yolu bseçmiş bir film: 13 ayrı kişiliği ayni sanatçıya, Cate Blanchett’e oynatarak yaratılan bir oyunculuk gösterisi, alabildiğine didaktik, konuşkan ve laf ebesi bir deneme.
Festival-yıldız tablosu
GENÇ KARL MARX X X X X
SAYGIN VATANDAŞ X X X X
ROCK’N ROLL X X X X
BEDEN VE RUH X X X
İKİ KADIN X X X
DEHA X X X
ÖZGÜRLÜĞE DOĞRU X X X
DJANGO-SÜRGÜN MELODİLER X X X
ANA SEVGİLİM X X X
CİNSLER X X X
AV KÖPEKLERİ X X X
PARİS BÜYÜSÜ X X X
UNUTULMAYAN AŞK X X X
DALİDA X X
MANİFESTO X X
PORTO X X
LODOS X X
YAŞAMAK VE DİĞER ŞEYLER X
***
Not: Sevgili okurlar. İki gün sonra ülkemizin kaderini değiştirecek olan büyük olayı yaşayacağız. Gerçekten de referandumun sonucu en azından yakın vadede –ama olasılıkla uzak bir vade için de- herşeyi çok etkileyecek.
T24’ü izleyenlerin, hele yolu bu sanat köşesine düşenlerin bu konuda benim gibi ve bizler gibi düşündüğünden hiç kuşkum yok.
Bu tek adam yönetimini ve 80 milyonun kaderini, ne yapacağı zaten bunca yıldır yaptıklarından çok iyi belli olan bir kişiye teslim etmenin anlamsızlığını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ama lütfen, herkes üzerine düşeni son dakikaya dek yapsın. Oy vermenin önemini bilelim, kendimiz hiçbir biçimde ihmal etmeyeceğimiz gibi, tüm yakınlarımızı da sandık başlarına çağıralım. Küçük, kişisel, zümresel kaygı ve mazeretlerimizi bir yana koyup bu olayın önemini asla akıldan çıkarmayalım. Ülke çıkarlarını gözönüne alalım, geleceği düşünelim. Sandık başına gidip aklımızla oy kullanalım.
Ve o hayırlı günde biz de HAYIR’larımızla ülkemize hizmet edelim. Lütfen...
.