Atilla Dorsay

04 Kasım 2020

Felaketlerin birleştirdiği bir toplum olmak

Onları izleyenler sadece 500 kişiyi bulduğu söylenen, üstelik Türkiye’nin her yanından gelmiş özel ekipler değil. Orada bir köşeye sığınmış sessiz - sedasız bekleyen yakınları ya da etrafa yayılmış, bir büyük dalga gibi gelip giden o müthiş kalabalık da değil... Onları izleyen tüm bir ülke

Ne günler yaşıyoruz... Aslında depreme aşina bir ülkeyiz. Benim ailem 1939 yılında o ünlü Erzincan depremini bile yaşamış, rahmetli enişte - teyzem Nedim ve Huriye Akün canlarını zor kurtararak gelip İzmit’e yerleşmişlerdi. Yakın zamanda 1999 depremini derinden hissetmiştik ve ben birkaç yazı yazmıştım.

Bu sonuncusu sevgili şehrim İzmir’i vurdu. Ve Bayraklı’nın yanısıra benim doğduğum Karşıyaka’yı da... Orada birlikte büyüğüdümüz arkadaşım, yıllarca Paris, Moskova ve Tayland’da yaşayıp son yıllarında vatana dönüş yapan  Melda (Mine) Ok’a telefon ettim. Karşıyaka’daki evinin nasıl sallandığını anlattı bana... Sesinde bir dehşet duygusunu yansıtarak...

Ayrıca uzun süredir orada yaşayan sevgili Uğur Dündar da beni aradı. Ve o da olayın korkunçluğunu anlattı. Elbette bizzat yaşamak bir şey, TV’de izlemek bir başka şey. Allah kimseye yaşatmasın...

Evet, ortada gerçek bir trajedi var. 100’ü aşan ölü, onun on misli yaralı... Çöken binaların ardında hâlâ kurtarılmayı bekleyen canlılar; onlara yardım için toplanmış kalabalık ekipler: itfaiyeciler, görevliler, yardım örgütleri, esnaf ve de halk...

Kurtarma işlemi bir tür dinsel tören gibi, sessizlik içinde yapılıyor; alttan gelebilecek en küçük sesi bile duyabilmek için... Ve sanki insan hayatının kutsallığını yansıtırcasına...

Bu arada dramların yanısıra mucizeler de yaşanıyor. 58 saat sonra, ölen kardeşinin yanından çekilip kurtarılan 14 yaşındaki İdil Şirin... Tam 65 saat sonra kurtarıcısı itfaiyeci Muammer Çelik’in elini tutan ve çıkıncaya dek bırakmayan 3 yaşındaki Elif Perinçek... Cep telefonuyla yüzünü çeken, annesini arayan, kurtarıcısına "abi sen gitme" diyen gencecik Günay... 

Ve de en son dün sabah enkazdan kurtarılan bir çocuk daha. Hem de 91 saat sonra... Yine 3 yaşındaki Ayda Gezgin. Ve yine bir mucize kurtuluş. İnsanın o yaşlardaki küçüklerin daha dirençli olduklarına inanası geliyor!..

Belki ölen on kişiye karşı, kurtarılan sadece bir kişi. Ama onun yarattığı sevinç öylesine büyük ki... Yine kurtarılan birkaç kedi - köpekle birlikte...

Ve onları izleyenler sadece 500 kişiyi bulduğu söylenen, üstelik Türkiye’nin her yanından gelmiş özel ekipler değil. Orada bir köşeye sığınmış sessiz - sedasız bekleyen yakınları ya da etrafa yayılmış, bir büyük dalga gibi gelip giden o müthiş kalabalık da değil...

Onları izleyen tüm bir ülke. Tüm Türkiye, küçük - büyük ekranlarının başında olayı izliyor. Daha birkaç gün öncesine dek gündemi oluşturan hemen her şey bir yana itilmiş: Ne Macron’la küfürleşme, ne Akdeniz’de dalaşma, ne iç siyasetin bitmeyen kavgaları, ne Amerikan seçimleri (bu arada umarım o Trump soytarısı kaybeder); hatta ne Ermeni - Azeri savaşı... Varsa yoksa depremin yarattığı facialar ve de kurtarma işleminin içerdiği gerilim.

Bunu çok iyi fark eden medyamız da, maşallah işe dört elle sarılmış. Yalnızca haber kanalları değil, tüm kanallarda sabahtan akşama bu konu işleniyor. Ve örneğin Cüneyt Özdemir gibi profesyonel gazeteciler işbaşı yapıyor. Oraya kendi isteğiyle giden (ve çok doğru şeyler yazan) Yılmaz Özdil de cabası.

Ama ne gam!.. Çünkü, birçok yazarın belirttiği gibi olay, ne yazık ki öylesine parçalanmış gözüken halkımıza, kötü bir yönetimin böldüğü ülkemize bir tutkal etkisi yapıyor. Eski gündemle birlikte tüm o polemikler, o kavgalar, o dünyaya meydan okumalar bırakılıyor. Ve ülke ortak kaygılar, paylaşılan üzüntüler, aynı anda gelen umutlar ve hissedilen sevinçlerle dolup taşıyor. Eskiler "kahır yüzünden lütuf" derlerdi. Yaşanan aynen o...

Ama o hüzün duygusu o sevinçlerle bile geçecek gibi değil. Tüm o sahipsiz kalan eşya, o giysiler, ayakkabılar, oyuncaklar, kap-kacak...

Ama en acısı o albümler. Ve onlardan saçılan fotoğraflar: Bir zamanlar yaşanmış beraberlikler, paylaşılmış mutluluklar, aile saadeti yansımaları. Yarım kalmış hayatlardan, yaşanmamış   gençliklerden, kaybolmuş çocukluklardan izler... Acaba bunlar ve başka şeyler için bir mütevazi "Deprem Müzesi" mi kurulsa?

İşte böyle... Yeni mucizeler beklerken, umalım ki bu facianın doğanın dışındaki tüm sorumluları, hatta suçluları aranıp bulunur. Ve bizler de ancak felaketlerin birleştirdiği bir garip toplum olmaktan kurtuluruz.