İstanbul üzerine ve ülke üzerine oynanan rant ve yağma kökenli oyunlar artık şaha kalktı. Tıpkı özgürlüklerin, insan haklarının ve sokağa çıkmanın her türlü biçiminin yeni yasalar ve uygulamalarla kısıtlanması, tıpkı medyanın tümüyle denetim altına alınma çabaları, tıpkı demokrasiye doğru gidiş umudumuzun hergün biraz daha yavaşlatılması gibi...
Bunlar benzer gelişimler ve sonuç olarak hepsinin amacı aynı; bu güzel ülkeyi doğasından tarihine, insan malzemesinden sanatsal birikimine, çağdaş eğitim düzeyinden evrensel bilim düzeyine herşeyiyle yağmalamak ve geriye götürmek...
En ilginç gelişmelerden biri, geçen Pazar Hürriyet’in ekonomi sayfalarında çıktı ve hemen hiç ilgi uyandırmadan, tepki almadan geçip gitti. Ama ben mim koydum, çünkü bu adına İstanbul tarihi ve İstanbul kültürü denen şeyin en görkemli yağmalama girişimlerinden biriydi ve mutlaka çok ciddiye alınıp engellenmesi şarttı.
Şimdi... Neresinden başlamalı? Öncelikle Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in aslında Emimönü belediye başkanı olmadığını söyleyerek başlasak? Çünkü o Eminönü değil, Fatih Belediye Başkanı olarak seçildi. Eminönü ayrı bir ilçeydi ve başka bir başkana sahipti. Sonra birden bir katakulli oldu, bu iki ilçe birleştirildi. Ve aynı başkan Eminönü yöresine de hükmetmeye başladı.
Peki ama ne farkeder diyebilirsiniz. Çünkü Fatih de eski bir ilçe ve başkanın orada iki döneme yaklaşan bir deneyimi oldu. Ama sonuç iyi miydi? Ne gezer? Şimdi Danıştay’ın yıkılması kararı aldığı Sulukule apartmanları, Demir’in yerel kültürü, azınlık haklarını ve oluşmuş mahalleli olma olgusunu hiç kale almadan, sırf rant için yaptığı bir işti. Tıpkı Balat veya Fener’deki çeşitli uygulamalar gibi...
Demir, aslında birçok genç ve pervasız nevzuhur yerel yönetici tipi, AKP’nin kanatları altında siyasete atılıp yükselmiş, onun tüm ideallerine ve huylarına sahip bir başkan örneği; rantı estetiğin önüne koyan, tarihsel bölge yönetmenin gereklerini hiç kavramamış, sadece yatırımı ve rantabiliteyi düşünen bir başkan
Eminönü hanları denince, lütfen durup bir an düşünün, o 1700 küsur hanın Osmanlı- Türk kimliğiyle, Türk el sanatlarıyla, Türk zenaatkarlığıyla nasıl organik bir bağ içinde olduğunu, yüzyıllar boyu oralarda nasıl, hangi göz nuru ve el emeğiyle ne incelikler ortaya konduğunu, orada yapılanların yüzyıllar boyu sanatla, usta-çırak ilişkisiyle, ahilik vb. kurumlarla bizi, kimliğimizi ve estetiğimizi nasıl oya gibi ördüğünü bir hayal edin...
“Hanları otele çevirme konusunda yurtiçi ve yurtdışı yatırımcılardan talep aldıklarını” belirterek ekliyor: “Konut bölgeleri de önümüzdeki yıllarda önemli olarak prim yapar”. Oh ne ala...Olay çoktan planlanmış, sermaye de içerden ve dışardan bulunmuş. İstanbul’un göbeğine yatırım yapmak isteyen Dubaili, Rus veya Çinli iş adamı mı yok!....
Rahatladınız, değil mi? Artık Eminönü yöresi otelle doluyor, konutlar da prim yapıyor. Zaten Eminönü denince akla gelen ilk konular bunlardı, onlar da çözümleniyor!...
Hay Allah layığınızı versin!. ..Ülkeyi şirket gibi yönetmek, zaten tepenizdeki zat tarafından defaaatle önerildi, biliyoruz. Ama o bile böylesine açık biçimde konuşmamıştı. Eminönü-Fatih yöresinin en önemli yapı türlerinden birinin, o emek ve estetik yuvası hanların tümünü birden yıkma projesi, nasıl olup da böylesine pervasız biçimde dile getirilebiliyor?
Ve bu tavrın, insanlık tarihinin en eski eserlerini göz göre göre yıkıp yok eden El Kaide veya IŞİD’in marifetlerinden farkı var mı?