ASSASSIN’S CREED X X X X Yönetmen: Justin Kurzel |
Assassin’s Creed filmine Türkçe ad verilmemiş. (O da kabaca “Suikastçılar İtikadı” anlamına geliyor). Bunun özellikle tanınmış ve meraklıları olan bir video oyunundan uyarlanması galiba temel neden.
Film ilk kez o çarpıcı Macbeth uyarlamasında bir araya gelen Avustralyalı Yönetmen Justin Kurzel’le oyuncu Michael Fassbender’in yeni çalışması. Ve son derece şaşırtıcı ve etkileyici bir film.
Film dev bir kartalın 15. yüzyıl İspanyasının Endülüs’ü üzerinde uçmasıyla açılıyor (Bu kartal bir leit-motiv gibi hep gelecek).
1492 yılında İspanya’da Arap-Müslüman Endülüs sultanları hâlâ hüküm sürerken, 1470’lerde başlamış Enkizisyon insanları koyu bir Hıristiyanlık felsefesiyle kurulan mahkemelerde yargılayarak yakılmaya veya idama göndermeye devam etmektedir.
Cennet Elması’nın peşinde...
Onlara karşı Assassins- Suikastçılar adlı bir grup vardır ve onlar Cennet Elması denen büyülü meyvenin peşindedirler: Onun insanlığı koruyacak son çare olduğuna inanarak...
Aralarında Aquila Nerha adlı bir çocuk vardır. Bizzat babasının annesini öldürdüğüne tanık olan, kaçıp kurtularak tek başına büyüyen ve müthiş bir silahşora dönüşen... Öyle ki döğüş teknikleri Tapınak’ın adamlarına zor dakikalar yaşatmakta ve onu ulusal bir kahraman haline getirmektedir.
Çok eski hikâyeler mi? Haklısınız. Film de Ubisoft patentli bu oyunun şemasını izleyerek (oyun sürekli geçmiş ve bugün arasında gidip gelmektedir) günümüze, 2016’ya gelir. Callum Lynch adlı adam, işlediği suçlar nedeniyle idam edilmek üzeredir. Nitekim edilir de...
Ama hemen sonrasında, başında Rikkin adlı bilim adamı ve kızı doktor Sofia’nın bulunduğu bir ekip, onun cesedini canlandırır. Çünkü o altı yüzyıl öncesinin Aquila’sının soyundan gelmektedir. Ve ekip imal ettikleri ANİMUS adlı bir aygıtla Callum’u geçmişe gönderip atasının tüm anılarına ve eylemlerine erişmek istemektedir. Bir tür ‘genetik anı canlandırma’ operasyonu!...
Böylece tüm o Enkizisyon dönemini, suikastçıların entrika ve döğüşteki emsalsiz marifetlerini izleriz. Callum ise onları bizzat bedeninde ve zihninde yaşar ve böylece gücü giderek artar.
Eski Endülüs’ün çatılarındaki döğüşler
Tapınakçıların günümüzdeki devamı olan Abstergo hareketi de aynen Suikastçılar gibi o elmanın peşindedir. İşin içine 1492’de “Amerika’yı keşfetmek” için yola çıkmaya hazırlanan Kristof Kolomb da girer. Ve geçmişle kurulan iletişim, Elma’nın halen Sevilla’da bir kilisede saklandığı bilgisini getirir.
Gördüğünüz gibi, inanılması zor karmaşık ve mistik bir entrika. Elbette herkes ‘”bu ne saçmalık!” deyip filmi çok çocukça bulmak ve nefret etmek hakkına da sahip...
Ben kendi adıma bu mistik aksiyonu sevdim. Öncelikle bu geçmişle kurulan ve geçmişin gizemlerini günümüze taşıma amaçlı ilişkiyi ilginç buldum.
Ayrıca filmin aksiyon yanının biraz aşırı hızlı da olsa çok özgün ve canlı olduğunu gördüm. Gerçekten de perdede sürekli yaratılan görsellik az şey değil. Hakkını vermek gerek! Hele Aquila/Callum’un döğüşlerinde ayni sahnenin geçmiş/günümüz versiyonlarının birleşmesi!.. Hele o eski İspanyol kentlerinin çatılarında oynanan ölümcül kaçıp-kovalamaca...
İslam’a hoşgörüyle bakmak
Ayrıca filmin bu kez nasılsa İslam karşıtı olmayıp tam tersine Endülüs İslamı’nı kuranlara karşı hoşgörüyle dolu olması beni şaşırttı. “Assassin” sözcüğünün Arapça’daki “haşhaşi” isminden üretildiği kadar, o çağda bile Müslümanların baskı rejimine karşı dik durup “insan onurunu ve özgür iradeyi koruma” amaçlı bir gizemin peşine düşmesi (Cennet Elması’nı aramak) bana çok ilginç geldi.
Sonuç olarak biraz Dan Brown romanlarını hatırlatır biçimde bir din ve mistisizm temeline oturan, ama çok daha genç bir kesimi amaçlayan bu proje, bir film boyunca özgür bir bakışı ve yeniden bir çocuk ruhunu edinebilenler için çok hoş bir seyirlik olabilir. Benden söylemesi...
Oyunculara gelince...Michael Fassbender’in her zamanki gibi çok iyi olduğunu, Marion Cotillard’ı ağır makyajıyla neredeyse tanınmaz bulduğumu belirteyim. Charlotte Rampling neredeyse figüran konumuna inmiş!.. Ama Jeremy İrons’ın rolü fena değil.
Bir not daha: Film internet sitelerinde seyirci tarafından sevilmiş, ama eleştirmenlerin burun kıvırdığı gözüküyor. Ben bu kez seyircinin yanındayım. Tıpkı Warcraft’da olduğu gibi!..
Hastasını içeri almayan doktorun vicdan azabı
MEÇHUL KIZ X X X ½ |
Belçikalı Dardenne kardeşleri sinemaseverlere tanıtmaya gerek var mı? Coen’lerle birlikte yaşayan en ünlü ‘kardeş yönetmenler’in sadece Cannes’da iki Altın Palmiye almış olduklarını hatırlatayım: Rosetta ve Lorna’nın Sessizliği filmleriyle... Ki ikincisi benim için en iyi filmleridir.
Bu değişik film, tek amacı doktor olmak olan ve bunun eşiğine gelen bir genç kızın öyküsü. Jenny ünlü bir hekimin yanında yaptığı stajın son aşamasına gelmiş, hastane kurulunca onun ayrılmasından sonra yerini alacak yeni doktor olmaya layık görülmüştür.
Özel hayatı hayli boş gözüken ve içinde birikmiş hırsı (tüm o hastane dizilerinden bildiğimiz gibi!) biraz da yanında çalışan ve ‘intern’ denen doktor adayından çıkarıp duran Jenny, sinirli bir akşamında kliniğin çalan kapısını açtırmaz: kurallara aykırı diyerek.
Ancak o kapıyı çalan genç kadın, ertesi sabah yakında biryerde ölü bulunur. Ve böylece olay polisiye bir nitelik alır.
Bu olay Jenny’nin yaşamını altüst eder. Öncelikle mesleği açısından kendisiyle hesaplaşmaya başlar: Doktorluk her koşulda herkese yardım eli uzatmak değil midir? Ve o bunu yapmamıştır.
Böylece hastaneyi bırakmayı düşünür. Ama öte yandan olay aydınlanmamıştır ve bunun bir cinayet olması olasılığı vardır. Bunun üzerine işin peşine düşer. Ve bu ona bir avuç ilginç kişiyi ve olayı keşfetme fırsatını getirir.
Tıbbı ve doktorluk mesleğini fon olarak alan ve giderek bir kara-film kılığına bürünen değişik bir yapım. Bir diğer ana teması kuşkusuz vicdan azabı denen şey.
Kardeşler tüm bunların üzerine sürükleyici bir gerilim inşa etmeyi başarıyorlar. Yine insan psikolojisinin derinliklerine dalan, ama bunu toplumsal bir gerçekçiliğin sağlam duvarına dayayan bir tavır...
Ve başrolde Adele Heanel denen genç oyuncunun hayli parlak bir kompozisyonu var. Bu rol de aslında Marion Cotillard için düşünülmüş. Ama o her şeye koşamadığı için genç oyuncu Adele’e kalmış. O da gayet iyi oynuyor. Kardeşlerin gözde oyuncusu Olivier Gourmet de var: Oğul Lambert rolünde...
Yarın: FLORENCE ve GİZLİ GÜZELLİK