Atilla Dorsay

30 Nisan 2017

Dünyayı yönetmeye sıvanan dev şirketin öyküsü

Kimsenin kendine ait sırları olmayacak, özel hayat diye bir şey kalmayacaktır...

 

THE CİRCLE     X  X  X  ½


Yönetmen: James Ponsoldt 
Senaryo:
 J. Ponsoldt, Dave Eggers
Görüntü: Matthew Libatique
Müzik: Danny Elfman
Oyuncular: Emma Watson, Tom Hanks, Bill Paxton, Nate Corddry, Karen Gillan,  John Boyega, Mamoudou Athie, Eve Gordon, Smith Cho/

Amerikan filmi

 

 

Türkçe ad konmadan gösterime çıkan The Circle, bu adı taşıyan dev bir şirketin  öyküsünü anlatıyor. Küçük bir şirkette çalışan Mae adı bir genç kızın gözü daha yükseklerdedir. Ayrıca, babası felç geçirdiği ve sigorta da bunu karşılamadığı için zor bir dönem geçiren ailesine yardım da gereklidir.

Böylece ilanla eleman arayan dev bir şirkete girmeyi dener. Ve başarır.

Circle (daire) devasa bir medya şirketidir. Kurucusu ve CEO’su Bailey, çalışanları sık sık toplayarak onlara projelerini anlatır: onlardan başlayarak tüm ülkede (giderek katılmak isteyen dünya ülkelerinde de) çok geniş bir bilgi ağı kurmak. Ve her vatandaş üzerine bilinebilecek her şeyi öğrenip kayda almak.

Böylece bu dev ağ çok şeyi çözümleyecektir. O bilgiler örneğin seçimlerde herkesin oy vermesini, vergi ödemelerinden devletle ilişkilere her şeyin en sağlam ve sağlıklı biçimde yürümesini getirecektir.

Sistemin tek bir kusuru vardır: kimsenin (iş adamlarından siyasal yöneticilere hiç kimsenin) kendine ait sırları olmayacak, özel hayat diye bir şey kalmayacaktır.

Mae önceleri biraz işkillenerek yaklaştığı olaya öylesine inanır ki, göğsüne bir çip taktırıp yaşadığı her dakikanın izlenmesini ve böylece tüm ülke için bir ‘rol modeli’ olmayı kabul eder. Bunun getireceği tüm olumsuzlukları da yavaş yavaş görerek: ne ailesiyle mahremiyeti kalacaktır, ne de kendisine umutsuzca aşık çocukluk arkadaşı Mercer’le ilişkisi...

Ve bu giderek bireyselden toplumsala, ulusaldan uluslarasına birçok olayı, giderek dramı getirecektir.

Tom Hanks’in önceki filmlerinden Kıral İçin Hologram’ın da yazarı olan Dave Eggers’in elinden çıkma bu öykü, Amerikan sinemasının en gözde temalarından ve bence en büyük erdemlerinden olan bir özelliğe yaslanıyor: çağın gelişmelerini, özellikle medya ve teknoloji alanlarındaki değişimleri en kötü ve giderek tehlikeli yanlarıyla ele alan ve insanlığı bu konuda uyaran siyasal fanteziler.

Böylece, TV’nin uyuşturduğu beyinlerden reklamcılığın içerdiği kitlesel kandırmaya, emperyalizmin bitmeyen iştahından kaynaklanan gereksiz savaşlardan kapitalizmin sahte demokrasi havariliğine çok şey, birçok filmde işlenegelmiştir. 

Birkaç ilginç filmi nedense dikkatlerimizi çekmeyen James Ponsoldt’un işlek bir sinemayla kotardığı film, bu konudaki en yeni örnek. Belki biraz aşırı biçimde iddialı: tezlerine ve işaret ettiği tehlikelere hemen inanmak kolay olmuyor. Ama işte, kapitalizm bin yüzlü bir canavardır ve denetimsiz kaldığında nerelere uzanacağı belli olmaz!...Ve bir ülkeyi yönetirken dünyayı yönetmeye kalkmak da az diktatörün rüyası olmamıştır!

Bu açılardan filmi ilginç ve yararlı bulmamak mümkün değil. Emma Watson’un kusursuz oyununa Tom Hanks’in kompozisyonu eşlik ediyor. Yan kadroda ise dikkatinizi baba Vinnie’ye yöneltin. O rolde Bill Paxton var: iyi bir oyuncu ve geçen yıl 62 yaşında öldü. Bu son filmiydi, ama sonra çektiği Training Day adlı polisiye dizideki başrolü de çok iyi. Ki bu dizi şimdilerde Digiturk’de oynuyor. 

Ben yine de film üzerine Hollywood Reporter’da çıkan yazıdan bir bölümü vermek istiyorum: “Geçenlerde sınırdaki güvenlik memurları yolcuların tüm sosyal medya hesaplarına ulaşmak istedi. Kongre ise internet şirketlerine üyelerinin özel bilgilerini satmanın yasadışı olmadığını bildirdi. Demek ki, bu filmin sunduğundan da ürkünç olan bir dünyada yaşamaya başladık bile!”.

 

Cilası parlak, zeka yaşı düşük bir fantastik masal

 

 

GALAKSİNİN KORUYUCULARI  2    X  X  ½
 (Guardians of the Galaxy 2)  


Yönetim ve senaryo: James Dunn
Görüntü: Henry Braham
Müzik:  Tyler Bates
Oyuncular:  Chris Pratt, Zoe Saldana, Michael Rooker, Dave Bautista, Kurt Russell, Karen Gillan, Pom Klementieff, Elizabeth Debicki, Chris Sullivan, Sean Gunn, Tommy Flanagan, Sylvester Stallone

Disney yapımı.

 

 

Anlaşılan kimi şeyleri sevmek ya da sevmemek kişiye göre değişiyor. Onca hayranı, sayısız seyircisi ve de imdb’de çok yüksek puanı olsa da, kimi filmlere kendi adıma birtürlü ısınamıyorum.

Marvel Comics’in ilk Galaksinin Koruyucuları filmi de böyle olmuştu. 2014’deki bu film, şaşılacak kadar büyük bir kitleye ulaşmıştı.

Ama ben kararlıydım. Eleştirimden bir bölüm veriyorum: “Şimdi varsa yoksa çizgi-roman, çocuksu öyküler, gelecek üzerine sonsuz fanteziler, inandırmayan varsayımlar. Boşanmış bir fantastik dünya, dur-durak bilmeyen bir tempo, birbirinden garip yaratıkların bize dost diye sunulduğu ve onları sevmemizi isteyen bir büyük kandırmaca...İşte bence son dönemin akıl düzeyi giderek düşen fantastik sinemasının ve ünlü ‘yaz filmleri’nin genel görünüşü. Bu yeni Marvel yapımıyla da artık olay dibe vuruyor” (Hayatımızı Değiştiren Filmler, 2005-2015). 

Bu arada “beğenmedinse niçin Hayatımızı Değiştiren Filmler kitabına alıyorsun?” diyeceklere şunu söyleyeyim. (Alaycı biçimde): kötü bir film de hayatımızı değiştirebilir: ters yönde de olsa!...(Ciddi biçimde) sevmediklerimiz, hele çoğunluğun sevmesine karşı sevmediklerimiz, bizim asıl sinema beğenimizi de gösterir!.

Neyse, çok dağıtmayayım. Beni yıllardır okuyanlar nasıl bir bilim-kurgu fanatiği ve fantastik sinema tutkunu olduğumu bilirler. 100 Yılın 100 Filmi kitabımdaki bu türden film sayısı, sanırım o dönemde yapılan tüm 100 Film derlemelerinden daha çoktur.

Ama bu diziye ısınamadım. Belki hepsinden çok mizaha dayandığı, o mizah da bana geçmediği için...Belki hepsi Marvel’in kıyıda-köşede kalmış yan kahramanlarından olup hemen her birisi farklı yazar-çizerlerin elinden çıktığından için bir uyum olmamasından....Nitekim eserin ilk ve asıl çizerleri Dan Abnett- Andy Lanning ikilisiyken, örneğin Gamora, Drax, Groot veya Rakun farklı yaratıcılardan çıkmış...

Belki serinin değişmez kahramanlarından Yondu’yu oynayan Michel Rooker’i son derece antipatik bulup hiç gönül bağı kuramadığımdan...Ya da imdb’de 10 üzerinden 8 veren birisi bile şu eleştirileri yapabildiğinden:

 “Bu kez eksik olan mizah değil, kişiliklerin duygusal konumları ve bunların gelişimi. Ki ilk filmi daha sıcak kılıyordu...  

    Ayrıca birçok şaka havada kalıyor, yere inemiyor. Ve biraz daha taze espriler aranıyor. Karakterlerin motivasyonu çoğu zaman inandırıcı değil. Dokunaklı olmayı başaramayan kimlikler, dramayı azaltıyor. Ve Quills’in annesinin son armağanına eşit düzeyde başka birşey yok”. (Avustralya’dan tinjo23’ün eleştirisi). Filmi çok beğenip 8 puan veren biri bile bunları yazıyorsa...

Neyse... Önceki filmi sevenler, bu kendine özgü uçuk, deli-dolu ve acaip masala da hoşgörüyle bakabilirler. Yazar-yönetmen James Dunn yine işini iyi biliyor, iyi yapıyor.

Hemen tümüyle aynı kadro var. Konuk oyunculardaysa yeni yüzler. Sylvester: Stallone sadece birkaç dakika görünürken, emektar Kurt Russell Quill’in ‘babası’ Ego rolünde özlem gidermemize yetecek kadar kalıyor.

Belki en ilginç yansa ses bandı. Burada, “Muhteşem karışık kasetler” adıyla gösterilen eski usül kasetlerden  özenle seçilmiş harika parçalar yansıyor. Ve en azından kulaklarımız bayram ediyor. Fleetwood Mac’dan Sweet’e, George Harrison’dan Glenn Campbell’e, Sam Cooke’dan son jeneriklere damgasını basan harika Cat Stevens şarkısı Father and Son’a... Bir dönemin TV yıldızı ve müzisyeni David Hasselhoff ise sık sık anılan ve bir kez de bizzat gözüken bir diğer nostaljik figür...