CEP HERKÜLÜ-NAİM SÜLEYMANOĞLU X X X ½ Yönetmen: Özer Feyzioğlu Dijital Sanatlar yapımı. |
Dijital Sanatlar Production/ Yapımcı Mustafa Uslu'nun Ayla ile başlattıkları ve Müslüm, Çiçero ve Türk İşi Dondurma filmleriyle sürdürdükleri yapım siyasetinin birkaç temel noktası var:
1- Klasik sinemanın, özellikle de Türk sinemasının pek sevdiği 'tür sineması' (komedi, dram, melodram, aksiyon, korku, fantastik, vs.) ayrımını bir kenara bırakmak.
2- Özellikle yakın tarihimizin unutulmuş, ama aslında ilginç olay ve kişilerini hatırlamak; onlara yakışır bir bilgi-belge toplama ve senaryoya dökme çabasını gerçekleştirmek.
3- Gerekli sermayeyi bulup hikayelerin hak ettikleri çekim şartlarını ve dönem atmosferini yaratmak, bu arada dış ülkeleri de iyi kullanmak.
Bu film de aynı şeyleri yeterince kullanıyor. Üstelik öbürlerine göre bir avantajı var: Ana kahramanı bir sporcu. Ayrıca çok sevilmiş, iyi hatırlanan ve çok da sempatik bir kişilik. Daha ne istenir?
Böylece "cep Herkül'ü" Naim Süleymanoğlu'nun hayatını izliyoruz. 1967'de Bulgaristan'da Türk kökenli bir ailede doğan, daha çocuk yaşta büyüdüğü Mestanlı kasabasında -biraz da rastlantıların yardımıyla- halter kaldırmadaki yeteneği ortaya çıkan... Sonra Enver adlı antrenörünün desteğiyle yeteneğini git gide geliştiren Naim, alanında milli oluyor ve ülkedeki başarılarını dış ülkelerde de kazanmaya başlıyor.
Şöyle bir bakalım. 15 yaşında Brezilya'da ilk dünya rekorunu kıran... 1984, 1985 ve 1986 yıllarında dünyada 'yılın haltercisi' seçilen... 1988 Seul, 1992 Barcelona ve 1996 Atlanta Olimpiyatları olmak üzere üç kez olimpiyat şampiyonu olan... 8 kez dünya şampiyonu olup 46 dünya rekoru kıran... Tam 190 kilo kaldırarak kendi kilosunun üç katından fazla ağırlık kaldırmış olan... Bir olimpiyatta 6 dünya, 9 olimpiyat rekoru kıran... 1988 yılında TİME dergisine kapak olan... 1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından Dünyanın En İyi Sporcusu seçilen bir ''efsane-adam' o... Otoritelere göre 'tüm zamanların en iyi haltercisi'... Türkiye'ye Olimpiyatlarda güreş dışında ilk altın madalyasını kazandıran da o...
Ama tüm bunların bir bedeli de var. 80'li yıllarda Bulgaristan Türklere karşı büyük bir sindirme harekatı başlatıyor. Kıyım değil, ama Türklüklerini silerek onları Bulgarlaştırma eylemi. Başkan Todor Jivkov neden buna gerek duyuyor? Film bunu açıklamıyor. Ama tüm Türklerin (ki sayıları 1 milyon civarında) adı değiştiriliyor, herkese Bulgar kimliği veriliyor. Ve bu arada bizimki de Naum Şalaman oluyor!..
Ve elbette direniş başlıyor. Naim de kaçmayı düşünüyor. Ama bu zor iş ancak uzun zaman sonra, o Avustralya'dayken oluyor. Başbakan Turgut Özal'ın kişisel desteğiyle... Ve o andan itibaren Naim'in büyük başarıları artık Türkiye hanesine yazılıyor. Ve sürüp gidiyor: 2017 yılındaki beklenmedik ölümüne dek...
Bu hikaye, görüldüğü gibi aksiyona ve gerilime açık. Ayrıca da yoğun bir dramatik malzeme içeriyor. Tüm bunların hayli iyi biçimde değerlendirildiğini ve ortaya iyi, düzeyli bir popüler sinema örneği konduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bir büyük, çok büyük şans elbette baş oyuncu alanında... Naim'in o çocuksu yüzünü, o masum bakışlarını bulmak kolay mı? Ama bir mucize olmuş ve Daha adlı çok sevdiğim filmde ilk kez karşımıza çıkan Hollanda doğumlu Türk oyuncusu Hayat Van Eck, harika bir Naim yaratmış. Üstelik çocukluğunu oynayan Batuhan Davutoğlu da bu zincire katılıyor. Öylesine ki, Naim'in çocukluktan gençliğe geçişini farketmiyorsunuz bile...
Oyuncu demişken, ana-babada Yetkin Dikinciler ve Selen Öztürk'ü, antrenörde Gürkan Uygun'u, diğer küçük rollerde Uğur Güneş, İsmail Hacıoğlu, Renan Bilek, Bülent Alkış, Mehmet Esen gibi sanatçıları da kutlamak isterim.
Ayrıca çeşitli ülkelerdeki çekimler; her birinde o ülkenin dilini konuşan yerel figüranlar, hatta oyuncular; özellikle Türkçe ve Bulgarca'nın en inandırıcı biçimde karışımı. Barış Pirhasan'ın senaryosu, Martin Szecsanov'ın görüntü çalışması; Fahir Atakoğlu'nun aşırı kullanılmış olsa da aslında güzel müziği...
Olumsuz ögelere gelince... Filmin çok genelde biraz kaba çizgilerle oluşturulduğu söylenebilir. Elbette bu bir 'sanat filmi' değil, bir kitle filmi. Yine de biraz daha incelik hoş olurdu!..
Bu filmin milliyetçi yanı için de geçerli. Böylesi bir hikayenin milliyetçiliğe çok açık olduğu ve bundan kaçınılamayacağı doğru. Bu açıdan, hele Türk milliyetçiliğinin okşanmak bir yana açıkça kışkırtılmasının moda olduğu şu günlerde, elbette bu kaçınılmazdı. Ama bu derecede mi? Biri kalkıp örneğin "Kardeşim, tüm Bulgarlar bu kadar mı kötüydü?" diyemez mi?
Ve küçük, ama göze batan hatalar. Naim'in 2017 olan ölüm yılını son jeneriklerde 2016 olarak yazmaları hemen basına yansıdı. Sahi, böyle bir yanlışlık nasıl olur?
Beni çok daha fazla rahatsız eden şeyse görsellikle ilgili. İstanbul'la ilgili bir küçük belgesel bölüm alabildiğine flu. Sanki vaktiyle 16 mm olarak çekilmiş de oradan büyütülmüş gibi. Bu dijital çağında olacak şey mi? Hem de tüm dünyaya ekipler yollayıp çekimler yapmış bir filmde!
Neyse... Her şeye karşın çeşitli açılardan ilginç, öğretici ve sonuç olarak görülmesi gereken bir film.