CADILAR BAYRAMI X X X Yönetmen: David Gordon Green Universal-Miramax yapımı |
Halloween, malum, Amerikalıların vazgeçemediği ve her yıl bir tür korku Noel’i gibi kutladıkları bir bayramın adı. Herkesin, ama özellikle çocukların ve gençlerin garip, giderek korkunç maskeler takıp sokak sokak, ev ev dolaşmaları, para veya hediye toplamaları. Bizim uygarlığımız için kolay anlaşılmaz bir olay!..
Özellikle taşrada egemen olan bu gecelerde öyle bir kargaşa yaşanıyor ki, kötülerin, hatta en kötülerinin ortaya çıkıp durumdan yararlanması akla gelmeyecek şey değil.
İşte tam 40 yıl önce, yani 1978 yılında yazar-yönetmen John Carpenter ve yoldaşı Debra Hill o gecelerden birinde yaşanan bir dehşeti konu almış ve ünlü Halloween filmini yaratmışlardı. Baş rolde gencecik (1958 doğumlu) bir oyuncu adayı, Jamie Lee Curtis olduğu halde. Ki kendisi Hollywood’un birzamanlar çok ünlü çifti Janet Leigh- Tony Curtis’in kızları olur!..
Film öylesine tutuldu ki... Çok korkuttu ve türünde bir klasik sayıldı. Daha 6 yaşındayken ablasını en vahşi biçimde öldüren, 15 yıl sonra kapatıldığı hastaneden kaçıp yeniden cinayetlere başlayan Michael Myers’in öyküsü gerçekten de dehşet vericiydi. Ve ardından 7 devam filmi geldi. Hiçbiri ilkinin düzeyine ulaşamayan...
Bu yeni film aslında ilkinin ana şemasını alıyor. Bu kez aradan tam 40 yıl geçmiştir. Ve Myers, Grove sanatoryumunda, kendisini dikkatle incelemeye alan ve böylece beyninde gizli şeytanı, bir başka deyişle niçin böylesine amansız, acımasız ve nedensiz bir seri katil olduğunu anlamaya çalışan doktor Sardain’in gözlemi altındadır.
Bu arada kasabada yaşlı bir kadın vardır: Laurie Strode. Yani ilk filmde katilin elinden kıl payı kurtulan kadın... Bunu hayatının kabusu haline getiren ve bu yüzden evini kolay erişilmez bir bodrum katı ve içindeki görkemli silah koleksiyonuyla donatan kaçık bir kadın...
Ve iki kez evlenip boşanmış, kızının yaşamını da altüst etmiş, kız torununa yaklaşma girişimleri geri tepmiş bir yalnız ve zavallı yaratık...
Tam o sırada hükümet kararıyla hastaneden hapishaneye nakledilen suçluların bir bölümü kaçar. Aralarında Michael Myers de vardır. Ve korkunç cinayetler başlar.
Film Carpenter’in filminden daha da ürkünç, barok denecek biçimde ayrıntılı cinayetleri perdeye getiriyor. Bu sadece öldürmek için, hiçbir nedeni olmadan, bir seçim veya tercih yapmadan, hiç konuşmadan, tecavüz ve işkenceye başvurmadan, sadece en kanlı, en vahşi, en acımasız biçimde öldürme eylemidir. Ve o sanki su katılmamış kötülüğün cisimleşmiş halidir.
Cadılar Bayramı atmosferi içinde peşine düşülen bu cani önüne çıkanı yok etmeye başlar. Ama asıl hedefi Laurie’dir: zamanında öldüremediği kadın... Ve ‘cadı avı’ başlar.
Daha baştaki bir bölümde yönetmenin korkutma yeteneği ortaya çıkar: devasa uzanan bir alanda diğer hastalarla birlikte spor yapan Myers’e yaklaşan ve ondan tepki almak için eski maskesini uzatan iki görevli, birden tüm mahkûmların bozulan sistemleri ve bunun yol açtığı hareketlerle karşılaşır: çığlıklar, ani jestler, çırpınmalar, bayılmalar, protestolar ve başka şeyler. Açık havada böylesine bir dehşet yaratmak az şey değil, inanın!..
Yönetmen film boyunca korkunç katilinin yüzünü bize göstermemeyi seçiyor. Yüzünün maskesiz, açık olduğu çok az sahnede de arkadan çekim yaparak... Gerilim hep ayakta tutuluyor. Finalse çok ilginç. Elbette yazacak değilim, ama en azından şu son dönemin “me-too” eylemine çok denk düştüğünü söyleyebilirim.
Yıllar sonra sinemaya dönen Jamie Lee Curtis, hem ürkünç, hem iç burucu bir kişiliğe hayat veriyor. Kızı Karen’de Judy Greer, torununda Andi Matichak yeterince iyiler. Tüm o genç oyuncular gibi... İlk filmde Donald Pleasence’in oynadığı doktorda ise Haluk Bilginer bizlere gurur verecek kadar sağlam bir kişilik çiziyor.
Kısaca, türün meraklıları kaçırmasın...