Atilla Dorsay

10 Haziran 2022

Dinozorlar gelecek bir dünyanın köpekleri olabilir mi?

Doğrusu bu son film bunların hepsini değilse de önemli bölümünü izlemiş bizler için çok cazip değil. Üstelik hepsinden daha uzun tutulmuş: tam 135 dakika. Yine de belli ölçüde sürükleyici olduğunu, hikâyeye günümüzden gelen yeni yorumlar ve yan temalar eklediğini, ayrıca da en azından oyuncularıyla derin bir nostalji duygusunu taşıdığını hemen söyleyebilirim

JURASSİC WORLD: HAKİMİYET

X X X

(Jurassic World: Dominion)

Yönetmen: Colin Trevorrow
Senaryo: Emily Carmichael, C. Trevorrow
Görüntü: John Schwartzman
Müzik: Michael Giacchino
Oyuncular: Chris Pratt, Bryce Dallas Howard, Laura Dern, Sam Neill, Jeff Goldblum, DeWanda Wise, Mamoudou Athie, Isabella Sermon, Campbell Scott, BD Wong, Daniella Pineda, Scott Haze, Omar Sy

Universal filmi, 2022.

Çağdaş sinemanın ikonlarından bir film/bir tema yeniden dirilerek karşımıza geliyor. Önce 1993 yılında bir Steven Spielberg yapımı olarak çevrilen Jurassic Park, gelmiş-geçmiş en büyük hayvan olarak bilinen dinozorların yeniden hayata gelerek dünyamızı tehdit etmesini anlatıyordu: Spielberg'in zengin anlatımı ve zengin kadrosuyla...

Aradan neler neler geçti... 1997'de Kayıp Dünya: Jurassic Park adlı devam filmini 2001'de Jurassic Park 3 izledi. 2015'de Jurassic World; 2018'de Jurassic World: Yıkılmış Krallık bunları izledi. Araya giren TV epizotları, video oyunları da cabası.

Doğrusu bu son film bunların hepsini değilse de önemli bölümünü izlemiş bizler için çok cazip değil. Üstelik hepsinden daha uzun tutulmuş: tam 135 dakika. Yine de belli ölçüde sürükleyici olduğunu, hikâyeye günümüzden gelen yeni yorumlar ve yan temalar eklediğini, ayrıca da en azından oyuncularıyla derin bir nostalji duygusunu taşıdığını hemen söyleyebilirim.

Film Alaska açıklarındaki Bering denizi civarında, dinozorların toplandığı İsla Nublar'ın yok edilmesinden dört yıl sonra, hayvanların tüm dünyaya yayıldığı ve insanlığı yeniden tehdit ettiği bir yakın (veya uzak) döneme eğiliyor. Bu yaratıklara savaş açarak tümünü yok etmek... Ya da bir biçimde onlarla 'barış içinde birlikte yaşama' olanaklarını araştırmak... Hayli güncel bir tema değil mi?

Baştan sona bu alanda pseudo-scientific/sözüm ona bilimsel bir içeriğe ulaşmaya çalışan film, sonra bizi Nevada'daki bir çiftliğe götürüyor. Burada Claire ve Owen çiftinin kızları (ki aslında onların değildir) Maisie'nin kaçırılması ve ailenin onu araması sorunu ortaya çıkıyor. Sonrasında ilk filmde olmayan bir başka bela çıkageliyor: birden tam bir istila yaratan dev çekirgeler... Ki onlarla mücadele neredeyse dev yaratıklarınkine yakın zorluklar içeriyor.

Çok kahramanlı film, sonra bize eski dostlar olan Ellie ve Alan ikilisini tanıtıyor: biri kadın iki bilim insanı. Ama onları daha ilk filmden beri (ve ilk üç film boyunca) tanıyor değil miyiz: Laura Dern ve Sam Neill denen iki unutulmamış oyuncunun kişiliğinde... Yanlarına yine ilk filmlerden gelen ve ayni oyuncunun, Jeff Goldblum'un canlandırdığı bir kahramanı, İan'ı da alıyorlar. 

Ve hep olduğu gibi, her şeyin ardında yine o bitmeyen insancıl ihtiras, yani para tutkusu çıkıyor. Dev çekirgelerin heryeri tahrip ederken, sadece bir bölgeye, Biosyn'deki tarlalara dokunmadığı anlaşılıyor. Biosyn'in sahipleri genetik olarak yaratılan dev çekirgelerle tüm dünya ekolojisini altüst ederken, sadece onların kendi yetiştirdikleri ürünlerle köşeyi döneceklerdir. Yani tam bir modern kapitalizm eleştirisi!..

Son üç filmin senaryosunu oluşturmuş olan Colin Trevorrow ve Derek Connolly ikilisinin elinden çıkma film, bunlarla yetinmiyor. Bizlere türlü türlü, her boyda ve her cüssede, en korkuncundan en sempatiğine dinozor türünün tüm olası çeşitlerini sergilerken, sanki onların ileriki bir dünyanın köpekleri olabileceği düşüncesini de akla getiriyor.

Araya başka entrikalar da ekleniyor. Örneğin küçük Maisie'nin gerçek bir çocuk değil, çok önceleri annesi olan Charlotte Blue tarafından bir tür klon olarak imal edildiği ve bu yüzden olağanüstü yeteneklere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Bir yerde Maisie'nin DNA'larının insanlığı değiştirebileceği bile söyleniyor. Öte yandan, hikaye boyunca yapılan kimi araştırmaların ilerde kanserden alzheimere birçok hastalığın iyileşmesine de katkıda bulunacağı anlatılıyor. 

Çok özel bir nokta ise Malta adasının kullanılışı. Akdeniz'in bu harika adası eski yapıları, daracık sokakları, tepelerdeki şato veya manastırlarıyla öylesine iyi kullanılmış ki... Hele o üstten çekilmiş takip sahneleri... Kolay unutulmaz sahneler arasında çekirgeleri topluca yakmak ya da o en büyük etoburların birbirleriyle kavgaları da var. Aksiyon sahneleri de iyi; ama keşke zaman zaman izlenmesi çok yorucu bir hızlı kurguyla verilmeseydi...

Birkaç iyi seçilmiş siyahi oyuncunun (DeWanda Wise, Mamoudou Athie, Omar Sy) yanısıra yine eski filmlerden gelen BD Wong da Uzak Doğu halklarına sesleniyor. Yani ırklar-arası bir barış havası var. 

Ama asıl tema elbette insanlar ve hayvanlar arasında gerçekten bir barış kurulup kurulamayacağı. Ne yazık ki bu konuda pek umut vermiyor film... Belki başka bir bahara...



Sevgili okurlarım.

Cumartesi günü (yarın) İstanbul, Kartal'daki kitap fuarına katılacak ve son kitaplarımı imzalayacağım. Saat 18.00-20.00 arası. Eşim Leman da yazdığı anı kitabıyla orada olacak. Saat 20.00'deyse bir söyleşim olacak. Bekleriz efendim...