ANSIZIN X X X |
2000’li yıllarda Köprüdekiler ve Hayatboyu filmleriyle sinema gündemine giren Türkiye doğumlu Almanya vatandaşı Aslı Özge, yeni filminde yine şaşırtıyor. Türk genlerine karşın hiç de Türk gözükmeyen tipik batılı bir film yapmasıyla olduğu kadar, bizim sinemamızı hiç ilgilendirmemiş temalara cesaretle uzanarak…
Önce Berlin Festivali'nin Panorama bölümünde gösterilip birkaç yerde de ödül alan film, görece olarak geç gösterime giriyor. Festivalde konuşan Özge, galiba konusunu bir ölçüde Münevver Karabulut cinayetinden aldığını söylemiş. Ama olayın daha çok yine Türk kamuoyunu sarsan Defne Joy’un ölümünü andırdığı da açık. Ayrıca son günlerin gözde mini-dizisi The Nigh Of’la da benzerlikler var.
Yeşillikler içindeki bir Alman kasabasında bir büyük şirket çalışanı Karsten, evinde bir parti verir. Gece yarısından sonra herkes gider, sadece Anna adlı çekici bir kadın kalır. Ve ikili aşk oyunlarına başlar.
Ama Anna birden kendini kaybeder. Panik içindeki Karsten, evden fırlayıp yakındaki kliniğe gider. Ama kapı duvardır. Döndüğünde Anna ölmüştür ve o artık polise karşı sorumludur. Temel sorun ise niçin her normal insanın yapacağı gibi ambülans çağırmayıp sokağa fırladığıdır. Çünkü erken bir müdahele belki kadını kurtarabilirdi!..
Hikayenin özüne gelince… Birçok yanı var. Öncelikle böylesine polisiye bir olayın, hatalı davranan birisini nasıl zor durumlara, hatta herşeyini yitirmeye götürebileceği. Gerçi olayı tam olarak görmüyoruz, yani Karsten’in masumiyeti bizler için de yüzdeyüz değil. Ama çok olası.
Ve film suçluluk olasılığını deşip işi bir polisiyeye çevirmeyi değil, olayın getirdiği sosyal tepkileri ve gelişimleri ele almayı seçiyor.
Böylece birlikte yaşadığı Laura’dan ana-babasına, patronundan iş arkadaşlarına herkes bir ölçüde Karsten’e sırt çeviriyor, onu yalnız bırakıyor. Şüphe sanki o komün içinde somutlaşıp ortalıkta dolaşan bir silaha dönüşüyor. Ve bir tür toplumsal linç ortaya çıkıyor.
Çıkışsa bize de yabancı olmayan bir olgudan geliyor. Anna’nın ailesi birden şikayetini geri çekiyor. Niçin? Olasılıkla zengin baba işin içine girmiş ve bu Rus göçmeni aileye bir çek yollamıştır. Burada da Rüzgar Çetin’e bir selam!..
Çünkü Almanya da bize benzer. Orada da, öncelikle toplumsal linç geleneği vardır. Orada da partilerde serbest seks yapan bir kadın, bir anlamda başına geleni hak etmiştir ve kamuoyu ilk fırsatta onu unutabilir.
Ve de elbette orada da göçmenler ikinci sınıf insandır (hele şu günlerde!). Onların felaketleri de o denli paylaşılmaz, paylaşılsa da çabucak unutulur.
Ve orada da zenginler, adaletin pençesinden kurtulmak için servetlerine başvururlar.
İşte tüm bunları bize düşündürdüğü için, bu mütevazi film önem kazanıyor. Ve görülmeyi hak ediyor.
Panamalı boksörün gerçek hikayesi
DEMİR YUMRUK X X |
Bu yeni yaklaşım diyelim ki Rocky gibi düşsel bir kahraman değil. The Joe Louis Story (Joe Louis), Somebody Up There Likes Me- Yukarda Biri (Rocky Graziano), Raging Bull- Kızgın Boğa (Jake La Motta), Ali (Muhammed Ali) vb. filmlerde olduğu gibi, gerçek bir kahramanı karşımıza getiriyor. Bir dönemde ABD egemenliği altında bulunan ve kanalıyla ünlü Panamalı Roberto Duran.
1951 doğumlu bu Latin genç, çok yoksul koşullarda ve ülkesinde özellikle 50’lerde patlayan ABD karşıtlığı içinde büyüyor. Ki bu olayların bir bölümünü görüyoruz: yerinde çekilmiş görkemli görüntüler eşliğnde…Fakirliği ve eğitimsizliğiyle hertürlü otoriteye karşı, herşeye düşman, hırslı bir kişilik oluşuyor.
Yolu 70’lerin başında, Amerikalı eski boks şampiyonu, o günlerin en ünlü antrenörü Ray Arcel’le kesişiyor. 1950’lerde ülkedeki güçlü Mafya’nın saldırısıyla ölümden dönen ve bu işleri bırakmış Arcel, bu genç adamı sonunda kabul ediyor. Ve uzun çalışmalardan sonra, onu hafif siklette dünya şampiyonu yapıyor.
Film yeni yazar-yönetmen Jonathan Jacubowicz’in elinde gösterişli, cilalı, su gibi akan, ama sonuç olarak derinliksiz ve yüzeysel bir biyografiye dönüşüyor. Ülkenin yaşadığı siyasal serüveni sadece birkaç ana çizgiyle görüyoruz. 1971’de ABD başkanı Jimmy Carter’in, “20 yıl sonra size vereceğiz” dediği Panama kanalı, 1980’lerde başkan Ronald Reagan tarafından ‘ebediyen Amerikan toprağı’ ilan ediliyor. Bu da siyasa kargaşayı arttırıyor..
Ama bunlar ayrıntı. Esas olan boks ve ring bölümlerine gelince…Bizim gibi boks meraklısı olmasa da andığım filmlerle çıtası yükselmiş kuşaklar için, bu filmin boks sahneleri oyuncak gibi kalıyor. Başlamasıyla bitmesi bir oluyor, o gerilim, o heyecan, o şiddet yaratılamıyor.
Ve film hızla geçip giderken belli bir ilgiyle izlense de, ayni hızla unutuluyor. Gerçi Edgar Ramirez’i nihayet bir baş rolde izlemek ve yeni De Niro şovuna tanık olmak fena değil!... Panama denen ırak ülkeyi tanımak da…Ama bunlar da yetmiyor.
GELECEK YAZI: CEHENNEM