AİLE ARASINDA X X X ½ Yönetmen: Ozan Açıktan BKM-Mars Dağıtım yapımı |
Aile Arasında BKM- Beşiktaş Kültür Merkezi’nden gelen en son film. Hayli adı edilmiş, reklamı yapılmış, beklenen bir güldürü. Ve karşımızda seyirciyi avucunun içine alacak ve düş kırıklığı yaratmayacak bir film var
Film özetle yirmi yıl (tam olarak 21 yıl!) sonra ayni anda ve ayni semtte yıkılan iki yuvanın ve terkedilmiş Fikret’le bırakıp gidilen Solmaz’ın komik bir rastlantıyla tanışmalarını anlatıyor. Önce birbirleriyle çelişiyor, çatışıyor ve neredeyse düşman oluyorlar.
Sonra araya genç kuşak giriyor ve ‘pavyon vokalisti’ Solmaz’ın kızı Zeynep, Adanalı bir ailenin oğluyla evlenmeye kalkıyor. Fikret’e de ortalarda olmayan babanın rolünü yüklenmek düşüyor!..
Gülse Birsel’in kendine özgü mizahını TV dizilerinden, yazılarından, hatta o kendine özgü kahkahasından biliyoruz! Yarattığı kişiler hem aramızdan... Ama hem de son derece farklı ve özgün...
Özellikle de Solmaz’ın ailesi. İstanbul’un ahşap evli tipik bir semtinde yaşayan, çok sıradan gözüken bir aile. Ama kadının Beyoğlu gece hayatının tam göbeğinde, bir pavyonda assolist olan ‘trans’ şarkıcının ‘vokalistliği’ni yapması var.
Ayrıca aile dostu olan eksantrik kadınlar, kızının son derece modern giyim tarzı, çekip giden çalgıcı kocanın acayip lumpenliği gibi şeyler de cabası.
Ama gariptir, bu tuhaf çevre çok inandırıcı olmasa da, bize yakın: Sanki tipik Yeşilçam; sıcak bir aile ve katıldığımız duyarlılıklar.
Öte yandan, Fikret’in kişiliği. Her haliyle tuhaf, kendine özgü bir acaip adam. Biraz İngiliz gibi: sanki Doğu Ekspresinde Cinayet’deki Poirot, yani Kenneth Branagh!...Ama onun tüm hikaye boyunca itici duran tavrının, giderek artan biçimde insancıllık ve yaşanmışlığa kayması da, ayni ölçüde şaşırtıcı ve etkileyici oluyor.
İşin içine Adanalı aile girdikçe, iki çok farklı dünya karşılaşıyor. Adanalı damat ailesinin kırsal kesim ahlakından ve değerlerinden süzülüp gelmiş, kebapçılık geçmişi olan, silah taşıyan ve şiddete bulaşmış ataerkil bir kimliği var. Ama kadının da güçlü olduğu, daha da ötesi hikayenin odak noktasını oluşturan bir gizli ilişki yaşadığı bir aile.
Ve bu iki zıt yaşam biçimi, en genç üyeleri aracılığıyla bir araya gelme, hatta tümüyle birleşmeye kalkınca, işler iyice karışıyor.
Durum komedisinin en iyi halleri var filmde. Özellikle de Adana bölümlerinde...Bir rüya-şehir olarak gösterilmiş Adana (gerçi sahiden de öyledir!). Ama sinemanın büyüsü elbette başka. Ve bize İstanbul’un yanı sıra bu güney şehrimizi de sevdiriyor. Yon Thomas imzalı görüntü çalışmasının da katkısıyla...
Düğün sahnelerindeyse film doruklara çıkıyor. Bir yandan ‘kaçmış’ koca ve erkeği kovmuş kadın geri dönüyorlar. Tüm çelişkiler, tüm yalanlar ortaya çıkıyor, tüm zıt değerler çatışmaya giriyor, tek sözcükle kıyamet kopuyor.
Öte yandan Adanalı ailenin büyük-büyük babalarının ani ölümü ortalığı birbirine katıyor. Ve tüm sinema tarihinin belki en komik ‘cenaze şamatası’ perdeye geliyor!...
Bu kargaşa içinde iki genç aşık (ve de geride duran iki orta yaşlısı!) birleşebilecek midirler acaba?
Yazar-yönetmen ikilisi oyuncularını çok iyi seçmiş ve değerlendirmiş. Demet Evgar, hem çok güzel, hem ürkünç, hem de komik olabilen eşsiz ‘lastik yüzü’ ile harikalar yaratıyor.
Büyük yeteneğini pek gösteremeyen Engin Günaydın ise sonunda çapına göre bir rol bulmuş, tam anlamıyla döktürüyor. Tüm karakter oyuncuları da kusursuz.
Tek sözcükle: kaçırmayın...
Kentin üzerindeki gitmeyen iğrenç koku
KÖRFEZ X X X Yönetmen: Emre Yeksan Bir Film- Homemade Films- İstos Film yapımı |
İzmir’i odak noktası alan bir düşünme ve arayış filmi. Olasılıkla ana teması kentin üzerine çöken talihsizlikler zinciri: ünlü Körfez’de, Bayraklı önlerinde yanmaya başlayan petrol yüklü bir gemi, kıyıda onu korkuyla izleyen insanlar...
O bitmeyen ‘çevre kirliliği olayı’nın bir sonucu olarak kentin üzerine çöken iğrenç koku, insanların önceleri maskeler takarak, sonra kenti tümüyle terk etmeyi seçerek bu beladan uzaklaşma çabası...
Ön planda ise genelde iyi çizilmemiş, kimlikleri yeterince belirlenmemiş kişilikler var. İstanbul’da fiyaskoyla bittiği anlaşılan işinden ve evliliğinden sıyrılıp memleketi olan İzmir’e dönen 30’lu yaşların başındaki Selim’in hikayesi. Bu rolde son derece yakışıklı, ama belki rolünü pek kavrayamadığı için içine giremeyen Ulaş Tuna Astepe var.
Onun eski askerlik arkadaşı olarak ortaya çıkan, ama öyle olmadığı anlaşılan Cihan. Eski bir sevgili, boşaltılan ve eşyası yakılan bir ev, birlikte volta atan şüpheli genç guruplar...
Kimi çok başarılı ve sinemasal bölümler: yangın ve onu izleyenler, Selim’in bir bataklığa saplanması ve kurtulma çabası; arabasıyla tüm çıkışları bir biçimde kapatılmış dar sokaklarda kaybolması...Ya da hayli özgün biçimde (sadece ayakları göstererek!) çekilmiş bir seks sahnesi...
Ve sonlarda, Selim’in enfes bir ışıklandırmayla keşfettiği, hemen hepsi emekçi (orman emekçisi?) olan insan yüzleri. Her yaştan, hepsi gülümseyen, iyilik dolu yüzler. Onca pis kokuya, onca var olma çabasına ve yaşam zorluğuna karşın umudunu yitirmemiş insancıklar.
Bir yanıyla bir İzmir güzellemesi değil, bir İzmir korkutması!.. (Ki sevgili kentim için nadir bir şeydir!). Bir başka yanıyla kentlerimizin yaşanmaz hale gelmesinin bir parabolü.
Öte yanda ne aradıklarını bilmedikleri için amaçlarına erişmeleri söz konusu bile olmayan bir başıboş gençlik gözlemi.
Biraz Yeni-Dalga, biraz Antonioni dönemi İtalyan sineması. Ve de arayış içindeki Genç Türk Sineması.
Sonuç olarak, ‘entel soslu’ bir azınlık filmi. Ama bu azınlık filmden gerçek bir zevk alabilir, söylemiş olayım...