UZAY OYUNLARI
Yönetim ve senaryo: Gavin Hood
Görüntü: Donald MacAlpine
Müzik: Steve Jablonsky
Oyuncular: Asa Butterfield, Abigail Breslin, Harrison Ford, Viola Davis, Ben Kingsley, Hailee Stanfield, Aramis Knight, Suraj Partha
Ülke: Amerikan filmi
Amerikan yazarı Orson Scott Card’ın 1985’de yayınlanmış romanı hayli zamandır sinemalaştırılmayı bekliyormuş. Güney Afrikalı yönetmen, “Tsotsi” ile (2005) Oscar’a uzandığından beri Hollywood’da çalışan Gavin Hood hem uyarlamayı yapıp hem yöneterek, bu ilginç projeye tümüyle sahip çıkmış.
İşin başındaki Albay Graff ve siyahi kadın binbaşı Anderson, sıradan bir eleme olmayıp gençleri kız-erkek ayrımı yapmadan dönemin gelişmiş ‘uzayda döğüş oyunları’na salan bu çabayla, onların fiziksel güç kadar irade, inanç, manevra ve karar alma yeteneği gibi yanlarını da ararlar. Ve de özellikle son derece yetenekli gözüken Ender Wiggin’i keşfederler. Bu 16 yaşındaki genç adamın üstün nitelikleri vardır. Ve geleceğin savaş birliğine komuta edecektir.
Gençlerin savaş eğitimleri başlı başına bir serüvendir. Gençleri her açıdan bilemek, öldürme hırsları kadar militer içgüdülerini ve taktik zekâlarını da geliştirmek gerekmektedir. Filmin bu bölümleri, dahi yönetmen Stanley Kubrick’in Vietnam filmi “Full Metal Jacket”in uzun eğitim sahnelerini düşündürür ve benzer bir başarıya ulaşır.
Böylece Ender çok çeşitli ve zor sınavlardan geçerek göreve hazırlanır. Ve zamanı gelince, yanında efsanevi eski komutan Mazer Rackman’ı bulması da gecikmez.
Film ilk bakışta tümüyle çok gençler için yapılmış gibi duruyor. Özel efektler yağmur gibi yağıyor, perde sanki devasa bir bilgisayar oyununa dönüşüyor. Görsellik harika, efektler usta ve uzman işi. Genç oyuncular da, Harrison Ford, Viola Davis, hatta Mazer’de görünüp kaybolan büyük oyuncu Ben Kingesley de görevlerini yerine getiriyorlar.
Yine de tüm bunlar genç işi diyebilirsiniz. Ama bir noktaya dek... Finale doğru gelen o noktadan itibaren, film öylesine önemli bir mesaj veriyor ki, birden perdeye kilitleniyorsunuz. O yok edilen tüm Formic ırkının tam bir katliama kurban gittiğini, oysa daha doğru-dürüst tanımadan, hiç diyalog kurmadan, en ufak bir yaklaşma ve anlama çabası göstermeden kazanılan bu ‘askeri zafer’in, aslında tam bir soykırım olduğunu kavrıyor Ender...16 yaşının zekâsıyla, büyüklerin anlayamadığı bu gerçeği anlıyor. Ve suratlarına haykırıyor.
Ve onun ölmekte olan ‘Formic kıraliçesi’yle ilk ve son kez kurduğu ‘el teması’, belleklerimizde Spielberg’in “E.T.” sinin o unutulmaz sahnesini canlandırıyor: küçük Elliott’la uzaylı yaratığın parmak uçlarının dokunuşu sahnesini...
Böylece filmin yetişkin bir seyirci için de önemi ortaya çıkıyor. Tarih boyunca, bir başka ırkı, halkı veya inancı hiçbir empati kurmadan, öcü gibi, düşman gibi, yokedilmesi gereken bir tür gibi gösterip kitlesel kıyımlara, giderek soykırımlara davetiye çıkaran ne çok yönetim oldu...Hemen herzaman geniş takipçi kitleleri buldular. Ve böylece savaşların, kıyımların önü açıldı.
Bu gençlik filminin böylesine yaşamsal bir bildiriyi böylesine güçlü biçimde vermesi, bence filme sinemasal önemini aşan bir özellik, hatta bir misyon yüklüyor.